Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bugünün konuğu tiyatrocu Aydın Orak… Yedi yıldır tiyatroda anlattığı Musa Anter’i şimdi de kendine has üslubuyla sinemada Asasız Musa adıyla anlatıyor Orak…

        "Uyudum, uyandım, uyudum, uyandım; kepaze bir yaşam…” diyen en üstadım Kafka modunda ömür sayacına bir çentik daha atarken, memleketim coğrafyasının bit(e)meyen tuhaf/zor zamanlarına dair susasım var, hem de geniş geniş! Erkler nidalarında, bir eli belinde bizleri paylayadursun ‘umut’u ‘umut’ bilip de “devam” diyenler de var… Nietzsche’nin ‘umut süründürür’ün aksine her şeye rağmen umut diyen, bu şahsına münhasır umut yaratıcılarından biri de tiyatro camiasından kelama düşüp cemalini bildiğim Aydın Orak… Yaklaşık yedi yıldır tiyatro sahnesinden anlattığı “Araf”la, 92’de Diyarbakır’da öldürülen Kürt aydın Musa Anter’i, nam-ı diğer Ape Musa’yı şimdi de “Asasız Musa” adıyla sinema perdesine aktarıyor. Orak’ın ilk uzun metraj filminde Anter'in üç çocuğu da rol alıyor. Ekim başı itibariyle vizyona giren film; Kürt aydın Musa Anter'in yaşamındaki dönüm noktalarını metaforik bir dille anlatıyor. Dört yıllık çalışma sürecinin ardından Mardin merkez, Nusaybin, Akarsu ve Musa Anter'in doğduğu köy olan Zivinge'de çekilen filmde Anter'in yaşamını 10 oyuncu canlandırıyor. Turgay Tanülkü, Aydın Orak, Selamo, Murat Toprak gibi oyuncuların rol aldığı "Musa Anter" karakterine filmde Şenay Aydın da eşlik ediyor. Musa Anter'in çocukları Anter Anter, Dicle Anter ve Rahşan Anter de filmde rol alırken, evinin yanındaki çınar ağacından esinlenerek adını Çınar koyduğu yeğeni de oynuyor. Anlatımı ve altını çizmek istediği meramı bakımından filmi beğenenler olduğu kadar beğenmeyenler de var… Bir de ama şöyle anlatılsaydı diyenler… Fakat gerçek şu ki; arşiv geleneğinin hiç olmadığı memleketim deryasında, bugüne kadar Musa Anter’in üzerine icra edilen en temizinden bir toplama/çalışmadır “Asasız Musa”… Ve ne olursa olsun, bu Aydın Orak’ın Musa Anter’idir… Siyasal ve yaşamsal alanda absürdlükler çemberinde debelenedururken, hala vicdana saplanan oku çıkaramadığımız Musa Anter de şuramızda hiç gidemiyorken, en koyusundan tam da bugünlere bir sestir, boyuttur, algıdır “Asasız Musa”… O minvalde de bundan sonraki Musa Anter ve diğer başka çalışmalara örnek olur niyetiyle sözü Aydın Orak’a bırakıyorum… Şimdilik bulunduğumuz renkten devam!

        AYDIN CİNAYETLERİNİ YAŞAYAN BİR ÜLKEYİZ

        Söyleşi için oturduğumuz mekanda dahi bana "o Asasız Musa mı?” diyerek sana “Asasız Musa” dedirten filminden desturumuzu verelim istiyorum... Hikayeyi sende yaratan ve yarattıran ilk önce hissiyatını, sonrasında da serüvenini öğrenmek istiyorum?!

        Bana gelen e-postanın birinde “Sayın Musa Anter” diye başlıyordu. Bu hissiyatı tanımlayamıyorum desem yeridir. Musa Anter yaptığım tüm anlatılar gibi bir imge idi. Bu imge zaman içerisinde bir metafora, ardından bir film anlatısına dönüştü. Bu süreçte ben bir şey yapayım, bir film, bir oyun, bir şiir demiyorum. O imge kendisi karar veriyor... Ben sadece bir taşıyıcıyım. İçimde biriken duyguların evrilmesi sonucu bir 'şey' ortaya çıkıyor. Bu 'şey' de bazen tiyatro oyunu, bazen film, bazen de bir şiir olabiliyor. Filme çevirme fikri ilk olarak Hrant Dink’in katledilmesinden sonra ortaya çıktı. Maalesef aydın cinayetlerini yaşayan bir ülkeyiz.

        Gogol’un paltosu misali filmde Musa Anter, 10 farklı karakterin paltosu oluyor adeta…

        Evet... Musa Anter bir palto, bir şapka ve bir bavul olarak simge halini aldı. Bu simge, belki de ruh, her insan evladının giyebileceği, karakterine, bedenine sinebileceği bir tür görünür veya görünmez bir gölge, bir koku olabilir. Bu toprakların esmer ya da kumral çocuklarının bir kısmı veya tümü Apê Musa'nın paltosu misali… Neden olmasın?

        Galada dillendirdiğin üzere “bu film Aydın Orak'ın Musa Anter'idir” eyvallah da; sende cümleye düşen Asasız Musa ve Musa Anter kimdir?

        Musa Anter bir yazar, bir mücadele insanı... Bir insanın en derinindeki saklı insan... Bir faili belli, kendisi belli, durduğu yer belli olan, hala aramızda, beynimizde filmlerimizde, sahnelerimizde yaşayan bir koca çınar. Çoğu zaman cümleye, kelimeye, söze sığamayan bir kifayetsiz tanım. Bir şiir, bir isyan, bir çocuk, bir dağ, bir ova, bir yumurta, bir daktilo…

        Önce tiyatroda, şimdi de sinemada anlatıyorsun Musa Anter’i… İki kadrajda da ne gibi farklılıklar var? Sinemada altını çizmek istediğin mevzu neydi?

        Tiyatrodaki Anter bir “Araf”. Yani iki dil ve iki kültür arasındaki köprünün nasıl olduğu bir köprü. Köprü olmak bazen insan olmaktan daha zordur. Köprü olmak: Taşımak, sırtlamak, denge olmak... İkisinin tam ortasında olmak... İşte tam da zor olan olmak... İkisi olmak bazen olamamaktır da... Bazen köprünün her iki tarafı, her iki yanağınızın aşağısında olabilir veya yukarısında olabilir. İşte “Araf” bu kadar net olabiliyorken, “Asasız Musa” size net cevap vermeyen hatta neredeyse hiç cevap vermeyen, mütemadiyen soru soran bir yerde durur. Size sorulan soruları cevaplamanızı, analiz yapmanızı, kadraja yansıyanı adeta bir kitap gibi okumanızı istese? Siz de okusanız, fena mı olur!?

        BU ÜLKENİN AYDIN-ENTELLERİ HEP AYNI YERDE OLDULAR

        Araya sıkıştırmak istiyorum; popüler ve tüketimi hızla onaylandırılan bir sistemde böylesi bir belgesel/filme girişmek; delileri severim eyvallah da biraz arka tarafını duymak istiyorum, yaşadığın tiyatro ve sinema düzeyindeki zorlukları?

        'Hiç kimseye boyun eğmeyip, kimseye zarar vermeyene deli derler' ikimiz ben-sen olan bu meziyeti severim. Bir şey film, tiyatro tasarlarken ilk önce 'kimin için yapıyorum?' diye sorarım. Eğer bir derdiniz varsa ve bunu her şeyi ve herkesi göze alarak yapıyorsanız, tüm olumsuzluklara da dünden razı olur musunuz? Asla! Olumsuzluklar yaptıklarınızı seyirciye ulaşma konusunda sıkıntı, yasak, engel yaratıyorsa buna karşı mücadelenin her türlüsü verilir. Sinemada, tiyatroda ödenek başlıca nedenler gibi görünür malumunuz.

        Yasaklanan belgeselin “Berivan”dan sonra yeniden böyle bir sürece girmek sende ne gibi hemhallere sebep oldu? Sözü gelmişken “Berivan”da yaşadıklarını bir de buradan dinleyebilir miyiz? Sence böylesi mevzularda neden sanat camiası susuyor-içine kaçıyor? Nerede yanlış yapıyoruz?

        Bir belgesel yaptım birkaç önce ve bu film eser işletme belgesi alamadı. Yani nazikçe yasaklandı. Fakat ülke çapında hiç kimse tek kelime etme gereği duymadı. Çünkü söz konusu film bir katliamın belgesiydi. Bu belgeyi kamuoyuna sundum. Bunu engellediler. Bu ülkenin aydın-entelleri hep aynı yerde oldular. Ne zaman adam gibi bir şeye karşı çıktılar ki, buna karşı çıksınlar. Devleti karşılarına alıp?! Bu riyakarlık ve korkaklık o kadar içlerine sinmiş ki, kırılması mümkün değil.

        1992'de katledilen Musa Anter'in hala gözyaşı kurumamış ve birçok mevzuda olduğu gibi adalet çarkını işletememişken, 7-8 yıldır Musa Anter'in biyografisi ve kelamıyla haşır neşir olan bir insan olarak ne söylemek istersin?

        Musa Anter'in yaşadığı bunca işkence, yasak, hapis ve sürgünlerin hesabı verilmemişken, yüzleşmemişken bu ülke, üstüne bir de öldür! Ve katilleri hala aramızda olsun! Dönemin devlet erkanında olsun... Şimdinin ağa-paşa modlarında yaşasın... Bu böyle olduğu sürece, bu failler yargılanmadıkça, ısrarla büyük harflerle ve yüksek sesle Musa Anter, Sabahattin Ali, Uğur Mumcu, Hrant Dink diyeceğiz ve bu can, bu bedende oldukça devam edecektir.

        APE MUSA’NIN YAŞADIĞI KÜRT HALKININ YAŞADIĞI ŞEYLERDİR

        Film sadece Ape Musa'yı ya da “Aydın Orak'ın Musa'sı”nı anlatmıyor, aynı zamanda algısı geniş kapılı bir 90'lar Türkiyesi de resmediyor: 2014'ten bakınca nasıl görünüyor?

        Sadece 90'lar değil! 1940'lardan bu yana çeşitli anekdotlar var filmde. Apê Musa'nın yaşadığı şahit olduğu olaylar Kürt halkının yaşadığı şeylerdir. Her konuştuğu Kürtçe kelime cezası olarak para ödendiği, Kürtçe ıslık çalmanın yasak olduğu, 49'lar davası, ölümler, yasaklar bunları Apê Musa yaşamış ve anlatıyor. Fakat tüm bunlar Kürt halkının her bireyinin yaşadığı genel geçer olaylardır. Bugün 90'lardan çok bir farkı olduğunu sanmıyorum.

        Sence filmin izleyiciler tarafından anlaşılabilecek mi? Sanat yapıyorken anlaşılmak o kadar da önemli midir yoksa zaman denen algı mı bir şekilde onu anlamlı kılar?

        Sanat dediğimiz kelam pekala anlaşılmak ister… Fakat bu isteme biçimi o kadar çetrefilli ki! Birine göre anlaşılmaz iken, diğerine göre çok basit olabiliyor. O halde bunu nasıl çözeceğimizi bir kenara bırakırsak, yani kim neyi nasıl, ne düzeyde anlayacağını bir kenara bırakalım. Biz bir 'şey'i ne derinlikte anlıyoruz. Ben bir şeyi anlayabiliyorsam, anlamlandırabiliyorsam, okuyabiliyorsam, izleyen de bunu yapar. Seyirci benden geride değil, tam tersi çoğu seyirci yaptığım imge ve metaforları benden daha iyi okuyabiliyor, anlamlandırabiliyor. Ben bir anlam yüklerken seyirci bana 10 farklı anlamla geliyor. Burada bilmeyen cahil olan benim. Benim ne haddime onlara bir şey öğretmeye çalışmak!

        Tiyatroculuğunun artı ve eksisi neler oldu Asasız Musa’da… Zira filmde en âlâsından tiyatro kelamı hakimdi; yapmak istediğin tam da bu muydu?

        Aynen öyle... Tiyatrodan sinemaya bir şeyler taşımak istedim kendi taşıtabildiklerim çerçevesinde. Brecht ve epik anlatım... Bu kendimce oyunculuk, kamera kullanımı, epizotlarla anlatım gibi algıları sinemada kullandım.

        Şimdiye kadar filmi izleyenlerin eleştirileri ne yönde oldu; aldığın en absürd eleştiri nedir ya da seni mesut eden?

        Benim mesut olmak gibi bir beklentim olmadı. Fakat filmi okuyabilen çok iyi yazılar çıktı. Benden daha iyi analiz edilmiş. Fakat çok komik yazılar da çıktı. Örneğin bir sinema yazarı "oyuncular kameraya bakıyor, kamera sallanıyor, sahne hep kararıyor, birbirinden alakasız sahneler vb." gibi cümleler kurmuş. Eğer siz epik tiyatroyu veya göstermeci biçimin ne olduğunu bilmiyorsanız böyle komik duruma düşersiniz. Oyuncuların kameraya bakması, kameranın teklemesi, sahnelerin epizodik olması, her sahnenin tek başına tasarlandığını ama bütünün parçaları olduğunu yönetenin bilerek yaptığını anlamayacak kadar tekdüze düşünür.

        TEPKİNİ KOY GEREKİRSE FİLMİ TERK ET AMA FİLMDE UYUMA!

        Filmde duvar-kayalıklara atılan yumurta ve adeta recm edilen / yerde taşlanan bir daktilo gibi gerçekten biz izlekleri acayip diyarlara salan metaforlar var, bunların sende ve yaşadığımız coğrafyadaki tezahürü nedir?

        Bu sahneleri yazarken bu coğrafyanın mitolojisinden tutun, değerleri, geleneklerine kadar düşünerek yazdım. Çok uzun sürdü bu süreç. Öyle bir anlatım olmalı ki, bir tek anlama gelmesin, birçok anlamı taşısın istedim. Onun için bu filmin demokratik bir film olduğunu söylüyorum. Herkes sözünü söylesin. Bu film seyirciyi o pasiflikten çıkartıp kendi sözünü söylesin, kendi eylemini koysun, birey olduğunu anlasın istedim. Onun için filmin ortasında sinemayı terk etmesini de en haklı eylem biçimi olarak görüyorum. İşte tam da istediğim bu. Evet, sen bir bireysin, tepkini koy ve gerekirse filmi terk et ama filmde uyuma!

        Bu arada yapım şirketi kurma fikri bu filmle mi oluştu? Neden?

        Evet. Zorunluluktan. Eser işletme belgesi, bandrol, fatura… Bunlar olmadan vizyon zor olacaktı. Bir de yeni projeler var. Hem film projeleri hem Tiyatro Avesta'nın resmi işlemleri bu şirket üzerinden yapılacak.

        Tiyatro Avesta’dan bahsedelim, neler oluyor o tarafta da; yeni projelerin var mı, tiyatro ve sinema anlamında?!

        Evet. Yeni tiyatro oyunlarının yanı sıra eski oyunlar da devam edecek. Bir de yeni film veya belgesel filmler.

        Vakti zamanında Kürt kelimesinin bile telaffuzu yapılamazken sen ve senin minvalinde çok az grup Kürt Tiyatrosu’nda tüm zorluklara rağmen devam ediyorsunuz; bu kapsamda da yaşadığın zorluklar neler?! Kürt Tiyatrosu’nun bunca zamandır aldığı yolu nasıl değerlendiriyorsun; ayrıca Türkiye Tiyatrosu’nda diğer tiyatro gruplarının ve izleyicinin Kürt Tiyatrosu’na karşı ilgisini nasıl gözlemliyorsun?

        Kürt tiyatrosu son dönemlerde biraz da olsa görünür hale geldi. Fakat 1990’lardan beri Türkiye’nin batısı e doğusunda Kürt tiyatrosu icra ediliyor. Şu sıralar Kürt tiyatrosu adı altında bir kitap hazırlıyorum. Mezopotamya’da tiyatronun doğuşundan geleneksel Kürt tiyatrosuna, dengbejlikten Osmanlı’da Kürt tiyatrosuna, Türkiye, Irak, Suriye, İran, Ermenistan, Avrupa’da Kürt tiyatrosu başlıklarına kadar geniş kapsamlı bir kitap. Bu kitapta tarihi ve güncel bilgiler belgeleriyle beraber yer alıyor. Fakat bugünkü süreç daha devamlılığı olan bir periyotta gidiyor. Kürt tiyatrosu hep var oldu ve varolmaya devam ediyor. Bazen tökezliyor. Zorluklarla ite kaka arlığını sürdürüyor. Şu sıralar özellikle İstanbul’da birkaç ekip var. Bu ekipler çok zor şartlarda da olsa bir şeyler yapıyorlar.

        Diğer Yazılar