Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Aklının içinde durmadan konuşan tekil bir sesin varlığına rağmen insan ait hisseder mi kendini? Önceleri hevesle köprüleri kurar yenileri keşfeder, bir coşkuyla adım atarsın. Bazen de zorunluluklar yüzünden kendini bambaşka yerlerde konumlanmış bulursun. İstesen de istemesen de gidersin bir şekilde. Oda olmazsa hayatın sana biçtiği diğer rolü oynamak zorundasındır, yani kalanlardansındır.

        Bu ikisini kıyaslamak ya da hangisinin daha avantajlı olduğunu düşünmek gerçekten yersiz. Zaten nefes aldıkça bir gün gittiysen bir günde mutlaka kalan olmuşsundur. Bu süreç bazen kişilerden bazen de mekânlardan yana işler.

        İş için başka bir şehre yerleştikten sonra ziyaret amaçlı İstanbul a gidişlerimde ve geri dönüşlerimde kafam karışırdı.

        Ben şimdi eve mi gidiyorum yoksa evden mi geliyorum? Aidiyet hissettiğim evi ve şehri bilemezdim. Köklendiğim yer mi yoksa yaşamımı devam ettirdiğim yer miydi yuvam? Cevap büyüklerden hep “ doğduğun yer değil doyduğun yerdir “ cümlesiyle gelir.

        Bu durumu bir de çevremde ki İzmir den İstanbul a taşınmış kişilerde çok gözlemlerim. İzmir’i çok sevdiklerini ve güzelliklerini anlatıp durular ama yine de bir türlü geri dönemezler. Sanırım İstanbul u yaşamları için daha güçlü buluyor olmaları İzmir özleminden hep daha ağır basmaktadır.

        Sorgulamaya devam ettikçe zamanla bendeki bağların da kırıldığını gördüm. İlkten endişe kapladı her yerimi, sanki artık evsiz gibiydim. Sonraları bu durumun bende yarattığı hareket özgürlüğünü keşfettikçe rahatladım ve nefes aldım.

        Fark ettim ki insan ne bir mekâna ne de bir kişiye ait olamazmış. Aidiyetin en büyük sadakati, kendi benliğine ve bedenineymiş… Öğrendim.

        Bunu deneyimlemek için tek bir şeye ihtiyaç var o da CESARET!

        Tıpkı Maral Cerenoğlu ve Uğur Yavaş gibi. Varlarını yoklarını satıp kendilerine yelkenli bir tekne almışlar ve dünyanın bir ucuna, Antarktika’ya kadar gitmeye karar vermişler.

        Uzakların merakı, yeni insanlarla tanışmanın zenginliği ve çift olarak bir şeyler üretme arzusuyla, denizcilik namına hiçbir bilgileri olmadan soyundukları bu projeye “ Cahil Cesareti” demişler. Blue Belle isimli tekneyi kendilerine yuva saymışlar. Özgürlüklerinin nereye varacağını, öncesi bağımlılıklarını ne kadar kopartabileceklerini görmek için el ele vermişler yola çıkmışlar.

        Şimdi gittikleri limanlarda gitar çalıp dans ederek ve gönüllü bağışçıların ayda 1 TL lik destekleriyle dünya turuna devam ediyorlar. Döndükleri zaman anılarını deneyimlerini bizlerle paylaşmak için belgesel ve kitap hazırlamayı düşünüyorlarmış. Heyecanla bekliyorum.

        Sanırım onların hepimizden farkı, hayallerinin büyüklüğüyle cesaretlerinin büyüklüğünün eş değerde olması…

        Not: Cahil Cesareti projesinin detaylarını merak edenler için http://www.cahilcesareti.org/

        ******

        Siz de hayata, duyguya, insana dair fark edişlerinizi ve biriktirdiklerinizi benimle paylaşın…

        Ben de kendi hislerimden kalemime döküldüğü kadarıyla sizlere dokunabileyim

        Diğer Yazılar