Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bank of International Settlements (BIS) ya da bankacılık sektöründe tabir edildiği üzere merkez bankalarının bankası, yakın zamanda bir rapor yayınladı. Raporda oldukça çarpıcı noktalar var. Bunlardan ilki, hepimizin şikâyet ettiği ve küresel ekonominin üzerinde ciddi kafa yorduğu “düşük büyümenin gerçekten de tarihi karşılaştırmalarda düşük olup olmadığı” konusu.

        BIS raporunda bu konu uzunca anlatıldıktan sonra deniliyor ki, bölgesel farklılıklar bir kenara bırakılırsa küresel büyümede yüzde 3’ler civarında seyreden oran aslında son 30 yıllık dönem dikkate alındığında büyük bir farklılık göstermiyor. Burada tek istisna 2003- 2008 yılları arası yaşanan yüksek büyüme. Bunun dışında belki gelişen ülkeler bazında, belki emtia üreticisi bazında yıllar içerisinde ülkeden ülkeye büyümede büyük farklılıklar yaşanmış olabilir ancak küresel anlamda büyük bir “çöküş”ten bahsetmek mümkün değil. Hatta raporda bahsedilen bir başka mevzu, yaşlanan nüfus göze alındığında çalışan birey bazında kazanılan gelirin arttığı bir dönemden geçiyoruz.

        ENFLASYON VE İŞSİZLİK DE DÜŞÜYOR

        BIS’in raporunda sanılanın aksine yine küresel ölçekte bakıldığında (krizi hâlâ akut olarak yaşayan ülkeler hariç) işsizlik oranında son 30 yıllık perspektife bakıldığında bir artış olmadığı belirtiliyor. 2000’li yılların başında yüzde 6 civarında seyreden küresel işsizlik oranının bugün yüzde 5’lere gerilediği vurgulanıyor. Bunun en iyi örneği sanırım ABD. 2002’de yüzde 6’ya yaklaşan işsizlik, bugün yüzde 4.9’a kadar gerilemiş vaziyette. ABD’de son 30 yılın ortalama işsizlik oranı yüzde 6! Bir başka örnek Almanya’dan. Bugün yüzde 6’lar civarında olan Almanya’da işsizlik bundan 15 yıl önce yüzde 9’muş. Büyüme rakamında olduğu gibi işsizlik rakamlarında da gelişen ülkeler, emtia üreticileri ve finansal kriz yaşayan ülkeler bu istisna dışındalar. Enflasyonda da benzer şekilde 10-15 sene öncesine göre oldukça düşük rakamlar söz konusu.

        Sonuçta tablo bize ne diyor? Zannedilen aksine, bir “5 yıllık” dönem hariç son 30 yılın istatistikleriyle uyumlu (ve düşük) bir büyüme, yanında son 30 yılın en düşük enflasyonu ve hiç de fena olmayan bir küresel istihdam gerçeğiyle bütün dünyayı sarsmış vaziyette.

        Peki bu durumda bizi hâlâ tedirgin eden ne?

        Bunun birkaç açıklaması var. İlki artık “artmayan verimlilik”. ABD için hesaplanan “işgücü verimliliği” endeksi 1990’dan 2010 yılına kadar yüzde 45 artmış. Büyük bir artış. Ancak son 5-6 yıldır yerine sayıyor. Yani mevcut teknoloji ve işgücü ile artık ABD’de daha “verimli üretim” yapmak mümkün değil. Bu sebeple de “yatırım yapmak ve üretmek” artık eski çekiciliğini kaybediyor. Kim kazanıyor? Sermaye piyasaları!

        Bizi tedirgin eden bir başka konu “devasa ülke ve şirket borçları”. Dünyanın en borçlu ülkeleri sıralamasında GSMH’sinin yüzde 250’sini bulan Japonya, yüzde 150’lere yaklaşan İtalya, yüzde 90’ı aşan İngiltere başlarda geliyor. Bu ülkelerden örneğin İngiltere’nin bundan 10 yıl önce borç/GSMH oranı sadece yüzde 40’lar civarındaymış. Bu kadar hızlı artan borçlar, ülkelerin vatandaşları için “vermek durumunda” olduğu birçok hizmeti askıya alması anlamına geliyor. Ayrıca bu kadar borç yükü ortaya çıkınca “para politikaları” da işlevsiz hale geliyor ve ekonomiler çok kırılgan bir hale dönüşüyor.

        Sonuç..

        Aslında makro ekonomik veriler anlamında küresel ekonomiler ölçeğinde “karalar bağlamanın” anlamı yok. Hatta istihdam gibi bazı alanlarda son dönemin en iyi sonucu alınmış durumda. Ancak hâlâ Lehman krizi öncesi yapılan “finansal mühendislik hataları” ve bunun sonuçlarını “daha fazla para basmak”tan öte bir çözüm üretememekten kaynaklı bir sıkıntımız var. Hatalı para politikaları sonucu geldiğimiz nokta maalesef içinden çıkılamayacak bir yere götürüyor.

        Diğer Yazılar