Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hepimiz pür dikkat kurları izliyoruz değil mi? Rekor kıran döviz kurları birbiri ardına sıralanıyor. İngiliz Sterlini 5.1 TL oldu. Euro/TL 4.60’la tüm zamanların en yüksek seviyesini gördü. Hepimizin ekonomi barometresi olan Dolar/TL paritesi de yılbaşında gördüğü 3.90 rekorunu yeniden tazeledi.

        Döviz kurları alıp başını giderken Bloomberg HT muhabirleri de haftalardır sokağın, iş dünyasının, siyasetin nabzını tutmaya çalışıyor. İstisnalar olsa da kimse durumdan memnun değil!

        Türk Lirası değer kaybettikçe benzine, köprüye, harçlara, ulaşıma yağmur gibi zam geldiğini gören vatandaş karalar bağlamış durumda. Motorin, gübre, hatta saman bile ithal olunca çiftçi de isyanlarda. Döviz arttığında ilgili ilgisiz bütün harcamalarının ertelendiğini daha önce acı tecrübeyle öğrenmiş esnafı ileri vadeli çeklerin sıkıntısı basmış. İthalatçı zaten burnundan soluyor. Halinden en memnun olmasını beklediğin ihracatçı bile yurtdışından gelen, “Senin paran çok devalüe oldu. Biraz fiyat düşür” baskısı yemeye başladığı için kur daha fazla değer kaybetmesin istiyor.

        Kısaca kur arttığında, özellikle kısa sürede hızlı artıp geri gelmediği durumda Türkiye ekonomisinde memnun olan paydaş bulmak zor! Peki biz sürekli, “Faiz çok yüksek! Düşük faiz olsun ki yatırımın, istihdamın önü açılsın” derken kur/ekonomi denklemini iyi okuyamadık mı?

        BİRKAÇ İSTATİSTİK...

        2011’deki yüzde 10’a yaklaşan ve 2009 krizinde yüzde 1.5’e inen seviyeyi bir kenara koyarsak “Türkiye son 15 yıldır ortalama yüzde 5 civarı cari açık veriyor”. Düşürdük dediğinizde yüzde 4, arttı dediğinizde de yüzde 6’lar görülmüş.

        Türkiye 2017’de kamu ve özel (cari açık + banka + reel sektör kredi ödemeleri) yaklaşık 200 milyar $ yurtdışından finansman ihtiyacı duymuş. Kabaca GSMH’nin yüzde 23’üne tekabül eder. Bu rakam 2012 yılında 150 milyar dolar seviyesindeydi ve o zaman da kabaca GSMH’nin yüzde 20’sine geliyordu. Dünya Bankası 2012’de yurtdışı finansman ihtiyacı oranlarına göre ülke sıralamasında Türkiye’yi en kırılgan 6. sıraya koyuyormuş. Bugün de benzer bir yerdeyiz. Değişen tek şey; 5 senede dış borçlanma ihtiyacında kamunun payı azalırken özel sektörün (şirketlerin) payı artmış.

        Döviz ihtiyacı durumunda bakılan iki kaleme; dış ticaret açığımız ve Merkez Bankası rezervlerine de hızlıca göz atalım. TCMB net rezervlerinin GSMH’ye oranı 2012’de yüzde 6. Bu oran 2017’de yüzde 4’ün altına düşmüş. Bugün, olası döviz ihtiyacına daha kısıtlı cevap verebilecek bir Merkez Bankamız var. Diğer yandan 2017 yılında kabaca 75 milyar dolarlık ticaret açığı vermesi beklenen ekonomimiz, 5 yıl önce de 80 milyar dolar ticaret açığı veriyormuş. 5 sene önce 110 $’da seyreden brent petrol fiyatları bugün 60 $’a gerileyince Türkiye yaklaşık 30 milyar $’lık ekstra ticaret açığı vermekten kurtulmuş oldu. Eğer petrol fiyatları 100 $’larda kalsaydı bugünkü ticaret açığımızın 100 milyar $’ın üzerinde olması kaçınılmazdı.

        Evet, düşük faiz yatırım ortamı için elzem şartlardan biri. Ancak eğer söz konusu ekonomi tasarruf eksiği sebebiyle bu derece yurtdışı finansman ihtiyacına bağımlıysa ve eğer üretim modeli “ithal teknoloji ve ithal hammadde - düşük katma değerli ürün” üzerine kuruluysa faiz kadar kur da stratejinin önemli bir parçası olmak durumunda. Faizi kura tercih etmek (ya da tersi) bizim gibi gelişmekte olan ekonomilerde ciddi sıkıntılar yaratabilir. Faizi gereksiz yüksek tutarsanız değerli bir kurunuzun yarattığı cari açık sorununuzla baş başa kalırsınız. Şartlar oluşmadan (düşük enflasyon, bütçe açığı gibi) düşük faiz/değerli kur politikası izlerseniz ve bir de üstüne dış finansman ihtiyacınız varsa o zaman da ekonomin kılcal damarlarını kangren yapabilirsiniz.

        Diğer Yazılar