Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dolar-Türk Lirası paritesi bu satırlar yazıldığı sırada 3.9940 seviyesindeydi. Bir başka ifadeyle Türk Lirası, ABD Doları’na karşı yılbaşından beri yüzde 5, son 1 yıldan beri yüzde 10 değer kaybetmiş durumda. Türk Lirası’nın diğer major para birimlerine göre değer kayıpları ise daha yüksek. Türk Lirası’nın son 1 yılı göz önüne alındığında Euro’ya karşı yüzde 20, İngilliz Sterlini’ne karşı yüzde 19 değer kaybettiğini görüyoruz.

        TAHVİL FAİZLERİNDE DE DURUM FARKLI DEĞİL

        Türkiye’nin 10 yıllık tahvil faizi 2 sene önce bugünlerde yüzde 9.5 seviyesindeymiş. Bugün ise yüzde 12.5’e yükselmiş durumda. Türkiye’de 2 senede TL cinsi 10 yıllık tahvil faizlerinde 300 baz puanlık artış olmuş. Aynı dönemde diğer gelişmekte olan ülkelerin ciddi kısmında da faiz artışları yaşanmış. Ancak bu artış en fazla 150 baz puanla Filipin, 140 baz puanla Meksika ve 90 baz puanla G.Kore tahvil faizlerinde olmuş. Birçok ülkede ise (Hindistan, Brezilya, Rusya vs.) bu dönemde 10 yıllık tahvil faizlerinde düşüş görülmüş.

        Lafın kısası, Türk Lirası son 1 yıl hatta son 2 yıldır Arjantin Pezosu’ndan sonra major kurlara karşı en fazla değer kaybeden ikinci gelişmekte olan para birimi olmuş. Türk tahvilleri de aynı dönemde faizleri en fazla artan ikinci ülke tahvilleri olmuş.

        MAKRO BÜYÜKLÜKLER BAŞKA ŞEY SÖYLÜYOR , TÜRK VARLIKLARI BAŞKA

        Analizimize 2 yıllık perspektiften başladığımıza göre oradan devam edelim.

        Son 2 yıl içinde Türkiye ekonomisi sırasıyla yüzde 2.9 ve yüzde 7 (tahminen) büyüdü. Hatırlatalım 2016’da darbe girişimi dolayısıyla büyüme 2. İki yıl ortalaması yüzde 5. Bu süre içinde bu ortalamayı geçebilen çok az ülke oldu. Bunlara örnek Hindistan son 2 yılda ortalama yüzde 7.5, Çin ise son 2 yılda yüzde 6.8 büyüdü. Bu ülkelerin hemen ardından Türkiye geliyor. Demek ki Türkiye’nin büyüyememe diye bir sorunu yok.

        Geçelim borç dinamiklerine... Türkiye’nin toplam brüt dış borcu kabaca 440 milyar dolar. Bir başka ifadeyle GSYH’nin yüzde 52’sine tekabül ediyor. Bu borcun 130 milyar doları kamu kesimine, 310 milyar doları ise özel sektöre ait. Özel sektörün borcu kabaca reel sektör ve bankacılık sektörü tarafından paylaşılmakta. Diğer yanda gelişmekte olan ülkelerin ortalama brüt borçlarının GSYH’ye oranı da yüzde 50 civarında. Bu açıdan bakıldığında Türkiye brüt borcu açısından bakıldığında gelişmekte olan ülkelerle uyumlu. Ancak özel sektör borcu kamuya göre çok daha fazla bir ülkedir.

        Sadede gelelim...

        Büyümesiyle, borçluluk oranıyla, hatta bütçe açığı seviyesiyle Türkiye’nin yazının başında belirttiğim “Arjantin Pezosu’ndan sonra...” diye bir kategoride olmasını gerektiren durum görünmüyor.

        Ancak...

        Son dönemde yüzde 5.5 seviyesini aşan ve yıllık kümüle 51.5 milyar doları bulan bir cari açığımız var. Üstelik vadesi 1 yıldan kısa ve özel sektör payı yüzde 83 olan, her yıl olduğu gibi bu sene de çevrilmesi gereken 180 milyar dolara ulaşmış bir borç stokumuz var.

        Kısaca, son 10 yıldır olduğu gibi bu sene de kabaca GSYH’mizin yüzde 22’si kadar bir dış borcu çevirmek durumdayız. Buna alışığız. En zor şartlarda dahi bu stoku çevirdik. Ama eğer, “Bırakınız kuru gitsin, oturduğu yerden yeniden şartlara bakıp devam ederiz” diyorsanız, başta reel sektör olmak üzere herkesin kemerlerini sıkı bağlaması lazım. Çünkü türbülans yüksek olur.

        Diğer Yazılar