Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Annemizin koynunu tanırız ilk önce, kokusunu teninin, sarılışını, sesinin titreşimini... Aylarca onu kendimizin devamı zannederek başlarız yaşamaya. Anne demek kol demek, kalp demek, göz demek olur ilk senelerde. O sevinince sevinir, o üzülünce dünyada bir şeylerin yanlış olduğuna inanırız. Gün geçtikçe onun bizden farklı biri olduğunu, kendi bedeni, kendi istekleri, duyguları olduğunu öğreniriz. Çok yavaş. Biz çocukluğumuzun içinden ergenliğe doğru yol alırken anneyi algılama şeklimiz de değişir. Hem duygusal hem fiziksel ihtiyaçlar için başvurulacak ilk kaynaktır anne. Acıktıysan, üşüdüysen, üzüldüysen, kızdıysan hep aynı nidayla ararsın çözümü: “Annnneeeeee!!!”... Sonra ergenlik gelir. Şimdi anne, ne derse karşı çıkılacak, ne derse yanlış diyen kişidir. Ne yaparsa bizi kısıtlamak için, ne yaparsa gıcıklığınadır. Kendini arama, tanıma, bulma öğrenme, dünyaya karışma döneminde ilk isyan anneyedir. Buna rağmen ilk aşkın acısıyla tanıştığında da teselliyi arayacağın ilk yer annendir. Hayat kimse için belli bir yerde durmaz. Esas olan değişim ve ilerleyiştir. Annesinin koynundaki bebeğin yaşamdaki amacı annesinden aldıklarını yanına katıp ondan uzağa düşmektir; kendi kendine yetebilmektir, bir gün gelip kendi bebeğini kucağına alabilmektir. İşte o zaman, o zaman her şey başkalaşıverir...

        Herkesin kendi trajedisi var

        Bu kadar uzun bir girizgâhtan sonra annekız ilişkisinde pek de fazla bahsi geçmeyen bir konuya gireceğim. Ben annemi 14 yaşımda kaybettim. O günden bugüne hayatımın en büyük dezavantajının annesiz büyümek olduğunu düşünerek yaşadım. Herkesin hayatında bir trajedi vardı ve benimki de annesizlikti. Eksiktim, arkamı kollayan yoktu, bana nasıl bir kadın olacağımı öğreten kişi yoktu. Bu hisle geçen 21 yıldan sonra daha çok yakın zamanda yeni bir bilgiye vardım. Çevremdeki benimle akran kadınlar arasında annesi hayatta olan ve onunla anlaşabilen o kadar az kişi var ki... Belki de benim annesizliğim o kadar da büyük bir dezavantaj değildi. Kendi ailelerini kurmuş, bozmuş ya da sürdüren, kendi çocuklarını büyüten kadın arkadaşlarım hayattaki anneleriyle çekişmeli, duygusal olarak mesafeli, geçmişin kapatılmayan hesaplarıyla gölgeli bir ilişki sürdürüyorlardı. Nasıl olmuştu da canın her yandığında koştuğun kucak seneler içinde böyle çetrefilli bir ilişkiler yumağına dönüşmüştü? Birkaç arkadaşıma bu fikrimi açtım ve sordum: Haklı mıyım sizce? Böyle mi bu diye... Bakın ne cevaplar aldım:

        ‘HEP ONU KAYBETME KORKUSUYLA BÜYÜDÜK’

        “Şöyle bir şey var çocuklar annelerini sağlıklı, babalarını güçlü seviyor ve istiyor. Annem çocukluğumdan beri hep hasta ya da hep ölmek istiyor. Çocukluğumdan aklımda kalan sözü şu: ‘Siz olmasanız kendimi öldürürüm’. Hep onu kaybetme korkusuyla büyüdük biz. Şu an kendi çocuklarım var. Kızım öncelikle arkadaşım, her şeyi benimle yapmaktan zevk alan bir çocuk. Bu arada annem hâlâ hasta. Şu an uzağım ona ama konuştuğumuz tek konu yine onun hastalıkları. Bilinçaltıma şöyle yerleşmiş: Hiçbir zaman çocuklarım benim bir şekilde aciz olduğumu bilmeyecekler. Örnek olacağım onlara. Başardım mı? Başardım çok şükür.” R.A. (38 yaşında)

        ■ ‘ANNEMİN TAM ZITTI’

        “Benim annem rahat bir kadın olmasına rağmen kendi doğruları olan biriydi. Ben kızıma öncelikle arkadaş olmak istiyorum. ‘Yok dövme yaptırma, yok saçını kırmızıya boyama’ diyen ve illa okul diye tutturan annelere tavrım var. Ben öyle bir anne olmayacağım. Rahat, sakin, geniş olmak lazım annelikte. Böylece çocukla normal ilişki kurulur diye düşünüyorum. Bakalım ileride ne olacak? Evet annemle aramızda bir mesafe var ve bu yüzden benim kızımı yetiştirme şeklim anneminkinin tam zıttı.” B.C.

        ■ ‘SEVEMEYEN NESLİN ÇOCUKLARI’

        “Annemle aramızdaki mesafenin asıl nedeni sevgisini gösteremeyen, sevmeye vakti olmayan, sevdiğini belli etmeyi zayıflık gören bir neslin çocukları oluşumuz. İşin garibi görmediğimiz sevgi ve ilgiyi çocuklarımıza doyasıya vermeye çalışma halimiz. Ne garip!” Y.K.G. (39)

        ■ ‘YA HEP YA HİÇ’

        “Bizim de ilişkimiz mesafeli ama bu benden kaynaklı değil. Ben çok anneci oldum evlendikten sonra. Ama o vazgeçti. Okul dönemimizde hem okula hem de başka nereye gideceksek her yere bizi arabayla üşenmeden getirir, götürür, kapılarda beklerdi. O zaman hayatını bize adamıştı şimdiyse tamamen arkadaşlarıyla özgürce takılmak istiyor. Bizden çok arkadaşlarıyla vakit geçiriyor. Anlaşamamazlık yok aramızda ama kendini zamanında aşırı tükettiği için şimdi kendi hayatını yaşamak istiyor. ‘Ya hep ya hiç’çi bir tavrı var ne yazık ki...” M.T. (27)

        ■ ‘FARKLI SÜRÜMLER’

        “Haklısın. Hele ki annenin kafa eski sürüm, kızın kafa yeni sürümse bu mesafe daha da artıyor. Bu tespiti bir arkadaşımla yaptık dün. Endişeler, korkular, iç gerginlik bazı annelerde çok yoğun. Kız ise kendini anneden bağımsız başka bir iç yolculuğa çıkarmış ve ilerliyorsa ‘çatışma’ katmerleniyor.” P.T. (37)

        ■ ‘İÇİMDEN ANNEM ÇIKINCA...’

        “Çocukları büyütürken bazı anlarda çocukluk yaralarımı hatırlıyorum. İşte o anlarda kızgınlık, kırgınlık gibi duygular hissediyorum. Sanırım ‘Annem gibi olmayacağım’ düşüncesi ya da çabası buna neden oluyor. Bazen kızıma kızdığım zaman içimden annem çıkıyor, en fenası bu işte.” Z.A (33)

        Diğer Yazılar