Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BİR sene önce bu zamanlarda 3 yaşına girmek üzere olan Uzay, ilk tam zamanlı okul deneyimine başladı... Bu yazı pek de sıradan olmayan bu okulda geçen bir senenin bize kattıkları hakkında...

        Uzay için anaokulu seçerken kriterlerim çok netti: Eve uzak olmayacak, okulda paketli gıda, ekran, ödülceza yöntemleri olmayacak, her hava koşulunda bahçede zaman geçirilecek, çalışan öğretmenler mutlu olacak. Aslında çok temel istekler gibi görünse de araştırmaya başladığımda bu kriterlere uyan okulların bir elin parmaklarını geçmediğini gördüm ve benim temel kriterlerimin yanı sıra bir de “okulun felsefesi” diye bir başlık olduğunu, bunun hiç de azımsanmayacak bir önemde olduğunu anladım... Sonuç olarak elimde tek bir seçenek vardı; o da veli inisiyatifi bir Montessori okuluydu... Ne mutlu ki her şey yolunda gitti ve Uzay o okula başladı.

        Bundan 100 yılı aşkın zaman önce İtalyan çocuk doktoru Maria Montessori tarafından temelleri atılan Montessori yöntemi, çocuğun doğasını ve bireysel hızını merkeze alan bütüncül bir pedagojik yaklaşım. Felsefenin sloganı olsa olsa, “Kendi kendime yapabilmeme yardım et” şeklinde açıklanabilir.

        “Tamam, Montessori filan ama ne fark var?” diyeceksiniz. Farkları okulda olmayan şeylerden açıklayabilirim sanırım:

        Uzay’ın okulunda diğer okullardan farklı olarak “ders” yok. Yani bir öğretmen sınıfa girip “Haydi çocuklar şimdi şunu öğreniyoruz, şimdi şarkı zamanı, şimdi boyama zamanı” demiyor... Çocuklar, onların seçmesine imkân tanımak üzere hazırlanmış olan sınıfta, kendi boylarındaki raflarda duran çalışmalardan hangisini isterlerse onu yapıyorlar...

        Uzay bazen eve şortunu ters giymiş, sağ ayakkabısı solda, sol ayakkabısı sağda gelebiliyor... Çünkü okulda ona “Gel sen yapamazsın, daha küçüksün, ben seni giydireyim” diyen birileri yok... Artık kendi kendine giyinebiliyor ve bunu yapabildiği her seferinde kendiyle gurur duyduğu her halinden belli oluyor...

        Uzay’ın okulundan eve gelen “Çocuğunuz bugün 3 kaşık pilav, 2 kaşık çorba, yarım tabak mercimek yedi” gibi bir raporlama sistemi yok. Bana kalırsa çocuğun kendi özerkliğini kazanmasındaki en önemli adımlardan biri olan kendi beslenmesinde söz sahibi olma hakkı var. Öğretmenleri, yemeyen çocukların ağzına “İlla da bir kaşık daha ye” diye yemek sokuşturmuyorlar...

        Okulda tablet, TV, yanar dönerli, sesli oyuncak yok... (Olur mu demeyin, bütün gün ekranında çizgi film oynatan anaokulları da var!)

        Bu yokların bir yıllık etkisi sayesinde evde açlığına tokluğuna hâkim, yemek konusunda teşvik ya da ısrara gerek duymayan; (ters de olsa) kendi kendine giyinebilen, masasına oturup tuvalet kâğıdı rulolarından savaş gemisi yapan, oynadığı oyuncakları oyunu bittikten sonra (bir miktar) toplayıp yerine koyan (önemli olan niyet) bir çocuk var...

        Montessori sisteminin temel ilkelerinden biri, çocuğa dair algısı. Duyguları, ilgi alanları ve becerileriyle çocuk, henüz olgunlaşmamış bir insan gibi değil bir birey olarak muamele görüyor... Eh, böyle muameleye alışan bir çocuğun alışılagelmiş sistem içinde bazı dezavantajları olmuyor değil... Mesela, ülkemizde yaygın olan, “Sen küçüksün bilmezsin; ben senin yerine de bilirim” tavrı Montessori çocuğuna sökmüyor... Ya da mesela üzülmüş ve ağlayan bir çocuğa, “Aman, ne olacak, geçer” dediğinde “Ama ben şu anda çok üzgünüm” diye cevap verebiliyor. Duygularını tanıyor ve geçiştirilmesine müsaade etmiyor...

        Not:

        Okul öncesi çocuk için en kıymetli olanı en sona bıraktım: Sevildiğini, kabul gördüğünü bildiği, güvendiği, pozitif insanlarla dolu bir ortam... 3-6 yaş arası çocuğunuzdan akademik beklentiniz var mıdır bilmiyorum; kendi yesin mi, öğretmenleri mi yedirsin konusundaki tercihiniz de benimkinden farklı olabilir, lakin çocuğunuza okul seçerken o okulda çalışanlara iyi bakın... Tüm günlerini çocuğunuzla birlikte geçirecek olan insanlar, çalıştıkları yerde mutlular mı, gözleri pırıltılı mı yoksa sönük mü, çalıştıkları yerle gurur duyuyorlar mı, yoksa bir ayakları eşiğin dışında mı o yüzlerden anlaşılıyor... Teşekkürler Uzay’ın öğretmenleri...

        Son not:

        Uzay’la her şey, her an güllük gülistanlık gidiyor imajı verdiysem yanılma sevgili okur! Benim de cinnetin sınırlarında gezdiğim, “Şu çocuğu bir süreliğine birine mi versem acaba?” dediğim zamanlarım oluyor... Yukarıda yazdığım artılar “çocuğun kendi kendine yapabilmesine olanak tanıyan bir okulun” bizim hayatımıza katkılarıdır; bunların haricinde “Neden asansörün düğmesine sen bastın?” konulu ağlamalarla başlayan ve ikimizden birinin tepinmesiyle sonuçlanan günlük hezeyanlarımız da var; olması da normaldir sanırım...

        Diğer Yazılar