Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        MARK Zuckerberg, 2004 yılında Facebook’u kurduğunda Harvard öğrencilerinin birbiriyle haberleşmesi için bir ağ tasarlamıştı... Facebook kısa süre içinde Stanford, Yale ve Columbia üniversitelerine, ardından da Amerika’daki yüzlerce üniversiteye yayıldı. Facebook 2005 yılında lise öğrencilerine, bundan çok kısa bir zaman sonra da yetişkinlerin kullanımına açıldı.

        1.32 milyar kullanıcısı olan Facebook bir ülke olsa, Çin ve Hindistan’dan sonra dünyanın en büyük nüfusuna sahip olurdu... Zuckerberg, sadece bir sosyal ağ değil, insan iletişiminin kodlarını baştan yazdığını o zaman bilmiyordu muhtemelen. Lakin şu anki durumuyla Facebook ve benzeri sosyal paylaşım sitelerinin geldiği vaziyet, matbaanın buluşuyla kıyaslanan bir devrim niteliğinde...

        Bizim, içine doğduğumuz bir ülke değil sosyal paylaşım siteleri. Yirmilerin ortasında tanıştığımız bu kavramı hayatımıza hızla soktuysak da onun içine doğan nesillerin durumu bizden epeyce farklı... Dijital iletişim çağında çocuklarımızın henüz 2 yaşına gelmeden dijital ayak izi denen ve hiçbir “sil” tuşuyla yok edilmesi mümkün olmayan izleri oluşuyor.

        Dijital platformların bu öngörülemeyen büyümesinin hayatlarımızda yarattığı, yaratacağı değişikliklerle ilgili araştırmalar yok hâlâ; varsa da bir avuç insandan başka kimsenin bundan haberi yok. Peki biz, “Z” nesli denen 2000’li yıllarda doğan çocukların aileleri olarak, şişeden çıkmış bu cinin çocuklarımızı sömürmesini nasıl engelleyebilir, onları teknolojinin tehditlerinden koruyarak nimetlerinden faydalanacak hale nasıl getirebiliriz?

        Geçtiğimiz günlerde Doğan Kitap’tan çıkan “Facebook Çağında Çocuk Büyütmek”, zamane ailelerinin mutlaka okuması gereken bir kaynak... Gerçekten! Çünkü bilmiyoruz?

        “Yirmili yaşlarındaki bir girişimci, hiçbir gizlilik standardı olmayan bir platform yarattı diye çocuklarımızı koruma endişemiz kökünden değişmek zorunda mı? Teknolojik gelişmeyle başa çıkmak ve çocuklarımızın çocuk olarak kalmalarına izin vermek için gerçekten hiçbir şansımız yok mu?”

        Bizim evde şimdilik böyle bir sıkıntı yok. Uzay daha 4 yaşında. Lakin beni şimdiden ergenliğiyle ilgili kaygılar sarıyor... Ergenlerle çalışan psikologlar, ergenliğin insanın kendi kimliğini keşfettiği, deneyimlediği bir dönem olduğunu vurguluyorlar. Sosyal ağlar daha önceki nesillerin aksine ergenlerin hayatına bizim bilmediğimiz kaygılar sokuyor. Bunlar arasında “dijital imajını yaratma kaygısı”, sanal zorbalıklar, niyeti belli olmayan kimselerden gelecek tehditlere açık hale gelme, mahremiyetlerini koruyamama gibi belli başlıklar var...

        Kitabın yazarı James P. Steyer günlük dijital alışkanlıklarımıza kendimizi kaptırmışken unuttuğumuz bir konunun altını çiziyor. Mahremiyeti korumak Facebook, Google, Twitter, Instagram gibi şirketlerin işi değil. Onların ana hedefi, olabildiğince çok paylaşımı teşvik etmek. Dev teknoloji şirketleri, biz ve ailemiz hakkında özel bilgilerimizi, her gün değiştirdikleri, kimsenin okumakla uğraşmayacağı gizlilik politikaları sayesinde topluyorlar ve bunları şirketlere satıp para kazanıyorlar.

        Her ne kadar sosyal ağlarda 13 yaş altı kullanamaz gibi bir kural bulunsa da her isteyen istediği yaşı yazabildiği için bu kuralın bir geçerliliği yok. 13 yaşındaki çocuğunuz da mahremiyetin ne anlama geldiğini ve kişisel bilgilerinin ne amaçlarla kullanıldığını bilmiyor. Böylece arkadaşları “beğensin” diye yayınladığı herhangi fotoğraf, yazı vs. gibi paylaşımlar asla kaybolmayacak bir bilgi haznesine yüklenip hiç beklenmedik bir zamanda ortaya çıkabiliyor.

        Steyer, sorumlu ve çocuk dostu bir mahremiyet çerçevesi geliştirmenin hepimizin işi olduğunu düşünüyor. Hem bireysel hem de toplumsal olarak hızlıca bu değişimi gerçekleştirmemiz gerektiğini, aksi halde ceremesini çocuklarımızın çekeceğini vurguluyor.

        Konu çok geniş, başlıkların hepsi birbirinden önemli, önümüzdeki günlerde hepsine değineceğim ama ilk etapta restoranda çocuklarının eline iPad veren ailelere sözüm var. Çocuklarınızla baş başa yemeğe çıktığınıza bu fırsatı onlarla sohbet etmek, onlar hakkında yeni bir şey öğrenmek ya da en basitinden yüz yüze bakmak için kullanmaya ne dersiniz? O çocuklar biraz daha büyüdüğünde artık sizinle değil, Facebook’taki çoğunu tanımadıkları 560 arkadaştan biriyle konuşuyor olacak. Ve bunun yolunu siz açtınız. Saygılar...

        Diğer Yazılar