Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İSTANBUL’dan çıktıktan sonra 1-2 saat civarında ulaşabileceğiniz mesafede periler diyarı var. Gerçekten! Kırklareli’nden başlayıp Karadeniz’de biten bölgeden bahsediyorum. Hiçbir şeyin yolunun üzerinde olmadığından sanırım; henüz el değ(e)memiş bir bölge burası...

        Kırklareli şehir merkezinden çıkıp kuzeye döndüğünüz andan itibaren sadece ağaç görüyorsunuz. Öyle bizim şehirden alışık olduğumuz gibi yeni ekilmiş güdük ağaçlar ya da mazılar değil; kızılağaç, karaağaç, dişbudak başlıca ağaç türleri olup ayrıca meşe, gürgen, kayın, karakavak, akkavak, söğüt, ıhlamur ve ceviz, hepsinin başı göklere değecek neredeyse...

        TUT ELİMİ

        Ağaçların büyülü etkisinden kurtulmadan yolda “Dupnisa Mağarası” tabelalarını göreceksiniz... Dupnisa Mağarası, 2003 yılında turizme açılmış. Trakya’nın turizme açılan tek mağarası.

        160 milyon yıllık kireçtaşlarının içerisinde açılan bu mağaranın oluşum yaşı 3-4 milyon yıl.

        Ben mağaralardan korkarım.

        Çocukluğumdan beri hem de. Birileri mağaraya girecekse ben kapıda beklerim. Bu sefer öyle olmadı. Uzay (4.5) o kadar çok ısrar etti ki beraber girdik mağaraya... Korkan bendim ya, elimi tutup bana cesaret veren o oldu...

        Biz gittiğimizde yarasaların kış uykusunun devam etmesinden dolayı mağaranın sadece bir bölgesi açıktı. Burada 16 türde 33 bin civarında yarasa yaşıyormuş. Açık olan bölüm güçlü şekilde aydınlatılmıştı, bu kadar yoğun aydınlatma yarasalar için iyi mi bilemedim. Tavanda asılı bir tane minik yarasa gördük... Sanırım mağarayla ilgili en sevdiğim şey, o yarasa oldu...

        LONGOZ

        Mağaradan sonra İğneada’ya devam etti yolumuz; Longoz’u görmeye. 8-15 metre uzunluğundaki sık ağaçları, ilkbaharla beraber ormanın zeminini kaplamış rengârenk çiçekleri ile İğneada Longozu tam anlamıyla büyülü bir yer.

        Longoz ormanı, bildiğimiz kuru ormandan farklı ve nadir bulunan bir ekosistem. Istranca Dağları’ndan Karadeniz’e doğru akan derelerin taşıdığı alüvyonların birikmesi ve mevsimsel olarak sular altında kalması sonucu oluşmuş. Ormanın tabanı 8-10 ay boyunca sularla kaplı olurmuş eskiden. İklim değişikliğinin ve dış müdahalelerin de etkisiyle su altında kaldığı zaman gittikçe azalmış.

        Türkiye’deki longozlar, 80’li ve 90’lı yıllarda insan etkinliğine izin vermeyen “Av Hayvanları Koruma Alanı ve Tabiatı Koruma Alanı” statüsündeyken 2007’de her türlü insan etkinliğine izin veren Milli Park statüsüne çevrilmiş.

        Longoz, bitki ve hayvan çeşitliliği açısından inanılmaz zengin bir ortam. Tüm Türkiye’deki memelilerin % 34’ü ve Trakya’daki memelilerin % 57’si buralarda barınıyor. Bunun yanı sıra 250’nin üstünde kuş türüne ev sahipliği yapıyor.

        BÜYÜYÜ KORUMAK

        İğneada ve çevresini tanımak, İstanbul’daki yaşamımı daha katlanılabilir hale getirdi benim. Ne zaman buradaki sıkış tıkışlıktan, üstüme gelen binalardan bunalsam, birkaç saatte varabileceğim böyle bir yer olduğunu bilmek, şehir hayatına tahammülümü yükseltti.

        İğneada civarındaki Longoz Ormanları’nı da, kuru ormanları da pamuklara sarıp korumamız gerekiyor mutlaka. Bunun için yapılabilecek ilk şey, bölgenin suyunu korumak. Longoz’un can damarı su: Suyun çekilmesi, Longoz Ormanı’nın ve içinde yaşayan pek çok canlı türünün sonu demek! Suyu korumak, Longoz’u yaşatmanın ana kuralı.

        Bunun yanı sıra çevre halkını sahip oldukları bu hazine hakkında bilgilendirmek, Longoz’u daha çok insana tanıtıp büyüsünü yaymak gerek. Bu yeşil cennetin içine ya da çevresine değil termik ya da nükleer santral inşası; fazladan bir çivi dahi çakılmamalı ki çocuklarımız ve onların çocukları da bu büyüyü görebilsin.

        Diğer Yazılar