Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        NE zaman Uzay ile birlikte şehirden ve günlük rutinimizden uzaklaşsak önemli dersler alıyorum. Uzay’ın bana tuttuğu aynada günlük harala gürelenin içinde farkında olmadığım davranışlarımı görüyorum.

        *

        Zannediyorum ki ben, çocuğumun mutlu olmasından başka bir şey istemeyen bir anneyim. Öyle olmadığım çıkıyor ortaya. Evet, mutlu olsun ama kayak da öğrensin istiyorum mesela. Saçma evet; yeni fark ettim ben de.

        Rüzgârlı ve kar yağışlı bir havada dizimden biraz daha uzun boyu olan oğlumu bir kayak öğretmenine teslim edip 10 dakika sonra ağladığını ve “Ben içeri girmek istiyorum” dediğini görünce kendimi tutamayıp sinirleniyorum mesela. Oysaki ben onun da benim gibi kayaktan zevk almasını istemiş- tim. Hemen, şimdi zevk alsın istemiştim. Mutlu olsun(du) ama kayaktan zevk de alsın(dı).

        Kayak yapabilmesi fikrinin onun mutlulu- ğu değil benim olduğunu; onun bu hayalin içinde hiç de rahat olmadığını anlamam iki gün sürdü. İşi gücü, “Çocuklarımıza şöyle davranalım, eğitim sistemi böyle performansa yönelik, o yüzden ııh” diye ahkâm kesmek olan biri için aşırı uzun bir süre.

        Neyse ki Uzay bana göre çok daha anlayışlı bir insan. Onun kayak öğrenmesine yönelik isteğimi püskürtmekle kalmadı, karda eğlenmek için kendince öyle güzel yollar buldu ve mutlu oldu ki vicdan azabı duymama gerek kalmadı. O kayak dersi alamadı, ama ben ondan bir ders almış oldum yine.

        *

        Sadece bu değil; bir de etrafın dediklerini umursamayan bir anneyim; merkeze çocuğumu koyuyorum zannediyorum. Ama otel lobisinde Uzay ağlamaya başladığında (sebebini tam hatırlamıyorum; video oyununa izin vermemem ile günün yorgunluğunun birikmesi arasında bir yerdeydi sanırım) ne aktif dinleme, ne ağlamanın altındaki sebebe yönelme, ne de bildiğim herhangi bir yaklaşım kalmıştı bende. “Şşşş, sesini kıs biraz, baksana ne çok insan var burada” vardı...

        Kalabalık bir yerde çocuğum bağıra çağı- ra ağlıyordu; çocuklar ağlar(dı) ama benimki, o sırada, o yerde ağlamasın(dı) ya da kısa ağlasın(dı)... Şimdiye kadar ne eleştirdiysem oydu yani... Benim “şşşş”larımla (tabii ki) teskin olmayan çocuk bir de “şşş”ladığımı fark ettiğimde içine girdiğim vicdan azabı çemberinin ona verdiği güçle ağlama şiddetini artırmasın(dı)... Lakin vaziyet buydu...

        *

        Bütün anne babalar çocuklarını bir şekilde sevdiklerini söylerler. Sevmek başka bir şey, bu sevgiyi karşındakine aktarabilmek bambaşka bir şeydir. Ben mesela Uzay’a onu ne kadar çok sevdiğimi ve onun benim hayatıma neler kattığını ancak o uyurken söyleyebiliyorum. Başucuna gidip, saçlarını okşayıp... Ben uykuda sevebilen bir anneyim. Hani anneannelerimiz gibi. Bunu da yeni anladım. Bu üç günlük seyahatte değil ama yakın zamanda diyebilirim. Böyle olduğumun farkında değildim.

        *

        Üç günün sonunda ben anneliğimle ilgili daha buraya yazamadığım sayısız bozguna uğramışken; dönüş yolunda, komik bir oyun oynayıp da beraber kikir kikir güldüğümüz bir anda, tam da doğru anda Uzay bana şöyle dedi: “Bana çok bağırsan da seni seviyorum...”

        İşte bu kapanış hamlesi oldu. Ben bir de bağıran bir anney(d)im (öyle olmamaya çalışsam da) ama oğlum beni bu halimle bile seviyor(du)... Çünkü genel kanının aksine anne-babalar değil aslında çocuklarını karşılıksız sevenler ve onların her daim mutluluğunu isteyenler... Anne-babalar çocukları başarılı olsun ister, toplum kurallarına uysun, uyumlu, terbiyeli ve mutlu olsun isterler... Oysaki çocuklar, anne ve babalarını daha çok ve daha dolaysız severler; bunlar nasıl insanlar olursa olsun hem de (Çocuğunuz için maaşınız, diplomanız, sabı- kanız, kaç dil bildiğiniz önemli değildir)...

        Çocuklar, anne ve babaları hep mutlu olsun, kızmasın isterler. Çocuklar, anne ve babalarını sadece uykuda değil, uyanıkken ve tam da olması gerektiği gibi severler. Bu açıdan bakınca bilge olan onlar; bizimki yalnızca tecrübe!

        Diğer Yazılar