Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        6 yaşında bir çocuğun annesi olmak çok eğlenceli, çok kafa karıştırıcı ve çok zor sorulara cevap bulmak gerektiren bir meşgale... Uzay doğduğundan beri, her gelişim evresiyle yeni yeni maceralarımız oldu. Bir zamanlar gergedanlardan korktuğunu hatırlıyorum mesela. İstanbul’da yaşayan, hiçbir şekilde gergedanla münasebeti olmayacak bir çocuk için garip bir durumdu. Bir ara da ölüme takmıştı. “Ölüm ne, ölünce nereye gidiyoruz, sen ne zaman öleceksin?” gibi sorularla hayatı baştan sorgulatmıştı bana... Şimdilerde başka konularımız var. Dünyanın nasıl var olduğu, insanın dünyaya ilk nasıl geldiği gibi... Uff, çok zor. Bu tip sorulara ancak kendi penceresinden cevap verebiliyor insan... Çok çetrefilli.

        6 yaş çocuğu bütün bu soruların yanı sıra bir de para kavramıyla tanışmaya başlıyor yavaş yavaş. Geçen hafta tatil için gittiğimiz Datça’da “Ne yani, tatil de mi parayla?” diye sordu Uzay. Evet oğlum, evet canım; musluktan akan su, bindiğin araba, yediğin salatalıklar gibi tatil de parayla...

        ***

        Ben çocukken, oturduğumuz apartmanın girişinde bir dizi dükkân vardı. Çiçekçi, züccaciye, iç çamaşırı ve pijama satan bir dükkân, kuruyemişçi, bir de parfümeri... Annem bu dükkânların hepsinin sahipleriyle arkadaştı. 8. yaşımın yazından itibaren parfümeri sahibi kadınla anlaştığını ve yaz tatilinde günde iki saatimi o parfümeride çalışarak geçirdiğimi hatırlıyorum. Toz alır, müşteri gelince yan dükkânda çay içmekte olan Feyza Abla’ya (parfümerici) haber verir, her gün vitrini yeniden düzenlerdim. Şimdiki parayla da günde 1-2 lira bedeli olurdu bu çabamın. Kazandığım ilk para.

        Bu sene para kavramını yakından incelemeye alan Uzay, Datça’da bir tezgâh açmaya karar verdi. Yaz boyunca topladığı deniz kabukları, iki tane küçük oyuncak otomobili (bunları satmak istemedi, başka çocuklar oynasın diye kiraya vermek istedi), bir tane ski topaç ve boyanmış taşlardan oluşan bir tezgâhtı bu.

        8.5 yaşındaki iş ortağı Seden ve yaşıtı Ladin’in de desteğiyle, kimsenin pek de gelip geçmediği bir kıyıya tezgâhlarını kurdular. Tezgâh hazır olduktan sonra bir de baktım Uzay’ın içindeki pazarcı harekete geçmiş: “Çocuk etkinlik masası 5 lira, deniz kabukları 1 lira” diye bağırıyor... Birkaç iyi niyetli insan deniz kabuklarından satın aldılar. O kadar. Sonra bizim cevval tüccarlar baktılar ki işler iyi gitmiyor yeni taktikler geliştirdiler.

        Bizimle aynı yerde kalan 9 aylık bir bebeğe, ellerindeki oyuncakları gösteriyorlar önce. Bebek eline alıp sevince geri alıyorlar. Bebek ağlamaya başlayınca da annesine dönüp, “Veririz ama 5 lira” diyorlar. Anne de gülse mi, ağlasa mı ayırt edemeden veriyor 5 lirayı bizimkilere. Ardından onlara atıştırmalık olarak verdiğim kurabiyeleri masa masa gezip tanesini 1 liradan satmaya başladılar. Yine bizim pansiyonun ahalisinden bir genç kadına her 5 dakikada bir gidip yeni bir şey satmaya çalıştılar.

        Bütün bu çabanın sonucunda 31 lira kazandılar. Kişi başı 10 lira. Arta kalan 1 lira husumet yaratmasın diye ona ben el koydum. Kendi payına düşen 10 lirayı Uzay oyuncak almakta kullanacağını belirtti, Seden’in hakkı olan 10 lira Uzay’a doğum günü hediyesi olarak gitti, Ladin’e vereceğimiz fakat eline henüz ulaşamayan 10 lirayı ise kendisi eğitimi için harcayacağını söyledi...

        ***

        6 yaşının sonbaharında ilk parasını kazanan oğluma Orhan Veli’nin şiiri bedava:

        Bedava yaşıyoruz, bedava/Hava bedava, bulut bedava/Dere tepe bedava;

        Yağmur çamur bedava/Otomobillerin dışı/Sinemaların kapısı, camekanlar bedava;

        Peynir ekmek değil ama acı su bedava/ Kelle fiyatına hürriyet, esirlik bedava...

        Diğer Yazılar