Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Uzayilkokul 1. sınıfta. Çok önemli işleri var yapılacak. Okuma yazma öğrenilecek, harfler, heceler, cümleler; sayılar öğrenilecek, ikişer ikişer, beşer beşer; kendinden daha büyük çocuklar arasında, okulun en küçüğü olarak yaşamak öğrenilecek. Sabah kalktığında havanın karanlık olmasına rağmen uyanmak, öğlen uykularını çok sevmesine rağmen uyanık kalmak öğrenilecek... Çok işi var...

        Bu kadar işinin arasında bir de benim onu iteklediğim şeyler var. Hafta sonları yüzme okuluna gitsin istedim mesela. Yüzmeyi biliyor aslında ama yüzücü olsun istedim. Teknikle yüzsün, vücudu yüzmeyle birlikte büyüsün ve ona göre gelişsin. Ben istedim ama Uzay pek istemedi.

        Bir ay hafta sonları yüzme okuluna gittikten sonra artık gitmeyeceğini beyan etti: Havuz soğukmuş; hafta sonları dinlenmek içinmiş, yüzmeye giderse ne zaman dinlenecekmiş, hem o ders gibi yüzmek istemiyormuş, yazın denizde yüzdüğü gibi yüzmek istiyormuş.

        O böyle deyince içimdeki sesler başladı ayrı telden çalmaya...

        “Başladığın şeyde sebat etmeyi ve devam etmeyi öğrenmeli, hemencecik caymamalı” diyen bir sesim mesela; o iç ses ki başladığı hiçbir şeyde sebat etmemiş bir kişinin içine nasıl yerleşti bilinmez.

        Bir de “Daha çok küçük, boş zamanı olmalı, hiçbir şey yapmama özgürlüğü olmalı, hem onun istememesine rağmen onu nasıl zorlarım” diyen bir ses daha...

        Hangisi haklı, kim bilecek? Şimdilik Uzay’ın sözünü dinledik, okuma yazma, 1. sınıf bunlar beyin için büyük işler, başka mecburiyetler yaratmayalım dedik. Ama bundan emin miyim derseniz, hiç değilim.

        Ebeveyn olmak, sonsuz bir ikilemin içinde sıkışıp kalmak da demek zaman zaman.

        Teşvik ile zorlamanın ince çizgisine dair başka bir örnekle biraz aydınlandı ikilemim. Kapıya tırmanma oyunuyla. Biz küçükken, kardeşimle birlikte evin kapılarına tırmanırdık çıplak ayak. O örümceğimsi duruşla yapılan garip hareket küçücük bacaklarımıza ne kadar kolay gelirdi, ne kadar çok eğlenirdik hatırlıyorum.

        Bu evrensel bir çocuk eğlencesi sanırım. Uzay’ın arkadaşları arasında da konusu geçiyor olmalı ki geçen gün bana, “Ben kapılara tırmanabilen çocuklardan değilim” dedi durup dururken.

        Şaşırıp kaldım. “İşte” dedim, “Belki bu konuda biraz cesaretlendirme işe yarayabilir.”

        Sonra bir kapı seçtik, altına matlar, halılar koyduk, ben de geçtim karşısına oturdum... “Önce dene, sonra yapamayacağına karar verirsin” dedim.

        Başta direndi, sonra kabul etti. İlk 5 denemede beceremedi, 6’ncısında bir müddet havada asılı kaldı, buna çok güldü. 7-8-9 yine düştü, 10’uncusunda tırmanmıştı, tepeye kadar.

        Çok sevindi. İndi, “Tekrar yapabilirim” dedi. Ağzının üstüne düştü. Çok ağladı. Sonra yine denedi. Biraz yaptı, biraz düştü. Ve birlikte karar verdik, “Büyük başarılar için büyük hasarlar yaşayabiliyor insan” diye.

        İşte bu, oğlumun kalbine dokunabildiğimi hissettiğim bir andı. Düşse de ağlasa da uğraşınca yapamam sandığı şeyi yapabildiği ve bana gözünde çakan bir ışıkla baktığı andı...

        Sanırım, insan böyle anlar için katlanıyor hayatın geri kalan sıkıntısına.

        Diğer Yazılar