Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BİRKAÇ sene önce terapiye başladım. İlk seanslardan birinde terapistim bana şunları sordu: Çocukken seni kim uyuturdu, kiminle oyun oynardın, tırnakların dipten mi kesilirdi, banyo yaparken su çok sıcak olur muydu? Garip sorular; cevapları önemli değil, önemli olan bu garip soruların ta kendisi... Bunlar diğer birçok soruyla birlikte çocukluğumdan yetişkinliğe taşıdığım hislere işaret ediyorlardı. Üzerine şimdiki beni kurduğum çocukluğumun temel taşlarından bazılarını.

        Şimdi, 37 yaşımda, 7 yaşında bir çocuğun annesi olarak ortak yaşantımıza terapistimin bana açtığı bu pencereden bakmaya gayret ediyorum.

        Hızla büyüyen bu güzel çocuk bir gün yetişkin olduğunda çocukluğunu nasıl hatırlayacak? Anne babasını, evimizi, arkadaşlarımızı, özel anlarımızı, krizlerimizi nasıl hatırlayacak?

        Oyun terapisinin önde gelen isimlerinden Byron Norton, seminerinde şöyle demişti: ”Ebeveynlik etme tarzınız çocuğunuza bir şey öğretmeye çalıştığınız anlardan ibaret değildir. Günlük hayatı nasıl yaşadığınızın detayları ebeveynlik etme tarzınızı oluşturur...” İnsanı, hayatını nasıl yaşadığını fark etmeye davet eden bir ifade...

        ***

        Kalın bir sis tabakasını aralayıp kendi çocukluğuma bakabildiğim zamanlarda yaz tatillerimi hatırlıyorum mesela. Teyzemin Avşa’daki evini hatırlıyorum. “Büyükler neden bu kadar az denize giriyorlar?” diye merak ettiğimi...

        Anneannemin bahçeli evinde yaz sonunda laz üzümlerini sıktığımızı ve ipe geçirilmiş fındıkları bu suyla kapladığımızı hatırlıyorum. Babamın eve gelirken merdivenlerde çaldığı “Ben geldim” anlamına gelen ıslığın melodisini; ailecek Efes’i gezdiğimizi, Meryem Ana’da dilek mumları yaktığımızı hatırlıyorum, annemin akşamüstleri “Yalan Rüzgârı” izlediğini...

        İnsanın çocukluğu onun güvenli yeri değil mi? Dünyanın merkezinde olduğun, sınırların çok net, insanların ve mekânların çok büyük, senin ise içinde gönlün rahat var olabildiğin bir yer. İki haftalık yaz tatilimin sonunda bunları düşünüyorum.

        Uzay için gelenekler yaratmaya çalışıyorum kendi anılarımın bilgisiyle... Her yaz kalabalık bir arkadaş grubuyla Akdeniz’in ve Ege’nin en güzel yerlerine gittiğimizi hatırlasın istiyorum. O sabah gözünü açtıktan gece yorgunluktan bayılıp uyuyana kadar oynarken gözümüzün onun üzerinde olduğunu hissetmeden, özgürlüğünü deneyimlesin...

        Sabahları kahvaltıdan önce yüzdüğümüzü, geceleri yıldız izlediğimizi, Ege’nin şahane bir köşesinde küçük bir otelin bir duvarında her yaz ölçülen boyunun işaretleri olduğunu hatırlasın.

        Mekânları ve insanları tanısın. Avucunun içi gibi bilsin. İnsanlar da onu tanısınlar. Aşinalığın verdiği güven içinde sırtını yıkılmaz bir dağa yaslamış gibi hissetsin...

        Böylece, yetişkin olduğunda hayat onu zorladığında bu sıcak, bu samimi, bu tanıdık ve neşeli günlerin hislerini geri çağırabilsin. Çocukluğunun güvenli yerinin onu her zaman orada beklediğini bilsin.

        ***

        Detaylar kaybolup gidiyor seneler içinde. Hisler kalıyor geriye...

        Seni kim uyuturdu?

        Seninle kim oynardı?

        İşte bu...

        Diğer Yazılar