Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        EKİM ayı “Meme Kanseri Farkındalığı” zamanı. Dünyada her yıl 1.4 milyon kadına tanısı konan meme kanseri, kanserden ölümlerin yüzde 14’ünden sorumlu. ABD’de her 8 kadından, Avrupa’da ise her 10 kadından birinde meme kanseri görülüyor. Memenin kansere neden bu kadar yatkın bir organ olduğu bilinmese de erken teşhis ve tedavi olanaklarının yıllarla birlikte artması bir teselli noktası sayılabilir.

        Prof. Dr. Ayşegül Özdemir bir meme radyolojisi uzmanı. Senelerini bu alana vermiş, “Memenizi Koruyun” isimli bir kitap yazmış, meme özelinde koruyucu sağlık alanına büyük katkıları olan bir isim. Bu ay her mecrada sıklıkla karşılaşacağınız meme kanseri, tarama yöntemleri ve benzeri konular hakkında uzun uzun konuştuk. Prof. Dr. Özdemir, uzman olduğu kadar da ezber bozan bir isim. Neden mi? Mesela şöyle diyor: “Kadınlara her ay kendilerini şu ve bu şekillerde elle kontrol etmeleri ve olası bir buluntuda hemen doktora başvurmaları söyleniyor. Ben de 10 yıl öncesine kadar böyle diyordum. Sonra zaman içinde bir şeylerden şüphelenmeye başladım, bunun üstüne gidince fark ettim ki biz hekimler kendi kendine meme muayenesi önererek ciddi bir hata yapıyoruz.”

        “Kendi kendine muayenenin ne mahzuru olabilir ki” diye sorduğumda şöyle yanıt veriyor: “Elle muayene, bir profesyonel tarafından yapıldığında bile güvenilir bir sonuç vermez. Elle muayenede bulunabilecek şey sadece bir kitledir. Kitle iyi huylu da olabilir, kötü huylu da. Kendi kendine muayene yapan kadının varacağı olası iki sonuç vardır. Birincisi kadın kendini muayene ettiği ve bir şeye rastlamadığı için, ‘Bende bir şey yok’ kanısına kapılarak radyolojik muayeneyi atlayabilir. ‘Benim ailemde de yok, şikâyetim de’ yok der. Bilmiyor ki meme kanseri tespit ettiğimiz 100 hastadan sadece 5’inin ailesinde meme kanseri var. İkincisi ise kadınlar inceledikçe bir şey bulurlar. Memesini eline alıp da bir şey bulmayan kadın sayısı azdır. Çünkü meme duygusal bir organ. Mesela bir arkadaşı doktora gider, memesinde bir şey bulur, kadının memesi ağrımaya başlar. Ağrı memenin duygusal bir organ olduğunun en belirgin kanıtıdır. Fakat ağrı, sızı, acı hiçbiri meme kanserinin ya da iyi huylu bir meme hastalığının belirtisi değildir. (Meme kanserinin en son evresi haricinde). Memesinde bir şey bulan ve ağrısı olduğuna inanan kadın gereksiz müdahalelere zemin hazırlamış olur. İşte iki mahzur budur.”

        “Kadınlar ne yapmalılar?” diye sorduğumda ise “Meme her kadında farklıdır. Normal meme diye bir şey yoktur. Elle muayene ancak kendi memeni tanımaya yarar. Yüzüne her gün kaç kere bakıyorsun, şurada bir sivilce çıksa tanırsın ve dert etmezsin ama memeni ellemiyorsun, neye benzediğini bilmiyorsun. Bunun yanı sıra bir meme radyoloğunun hekimliğinden hiç faydalanmamışsın ve olması gerekenin farkında değilsin. Bir meme radyoloğu radyolojik muayene ile beraber memeni de öğretir. Sen 12 ayda bir meme radyoloğuna muayene olursan, elinle aradığında onun göremediği bir şeyi bulmana imkân yok. Bir şey varsa, elle değil radyolojik muayeneyle bulunur” diye ekliyor...

        Ülkemizde radyolojinin farklı organlara uzmanlaşması, hastaların radyologlarla bire bir görüşmesi gibi radyolojik muayene de pek alışık olduğumuz bir terim değil. Günlük hayatta daha çok “Ultrason çektirdim, mamografi yaptırdım” vs. gibi kullanıyoruz. Ayşegül Özdemir bunun da bir algı yanılması olduğunu belirtiyor. Bunun sebebini soruyorum. “Mamografi, ultrason, emar dendiği zaman bu terimler sağlık hizmetini bir ürüne dönüştürür. Bunlar makinelerin isimleri; muayene ise bir hekimlik hizmetidir. Kişiye özel tıptan ancak hekimlik sanatını içine kattığımızda bahsedebiliriz. Mesela 50 yaş üstü herkese mamografi deniyor; sağlık algoritmaya indirgeniyor. İhtiyaca göre 25 yaşında mamografi gerekebileceği gibi hiç de gerekmeyebilir. Kime neyin gerekeceğini uzman bilir. Önemli olan hangi yöntemi kullandığımız değil, o yöntemi neden kullandığımız, kim için, hangi koşullarda ve tabii ki nasıl? Olayı ürünleştirmek kapitalist sistemin getirisi.”

        Prof. Ayşegül Özdemir ile sohbetimiz aklıma Psikiyatr Erdoğan Çalak’ın, “Küresel Sistemde İnsan Kalmak” kitabında altını çizdiğim şu cümleyi getiriyor: “O kadar çok gereksiz uygulama yapılıyor ki, hastaları tıptan koruyacak bir sistem icat edilmeli. Çünkü insanlar, hastalık ve ölüm korkusuyla kendilerinden ne isteniyorsa yaptırtmaya eğilimliler ve tıbbi sistem bilgisini ve etkinliğini kullanarak insanları suiistimal edecek bir yapıya bürünmüş durumda.” İşte Çalak’ın bu tespiti Ayşegül Özdemir’in de temel kaygısını oluşturuyor.

        Diğer Yazılar