Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “HİÇ kuşkusuz nasıl göründüğüm kısmen kim olduğumla ilgili, keza kim olduğum da nasıl göründüğümle. Ben bu gövdenin içinde değilim; ben bu gövdenin ta kendisiyim” diyor Ursula Le Guin, “Köpekler, Kediler ve Dansçılar” isimli düz yazısında... Bu yazı biraz görüntü takıntısıyla ilgili; o yüzden 87 yaşındaki bir yazarın düşünceleriyle başlamak doğru geldi...

        Geçen aydı sanırım; Ajda Pekkan’ın mutfak tezgâhının önünde, ayağında spor ayakkabılarıyla durduğu bir fotoğrafı yayınlandı ve olay oldu. Alkış üstüne alkış topladı; bir kadın bu yaşta nasıl böyle sıkı bir vücuda (popoya) sahip olabilirdi; ebedi gençliği yakalamıştı Ajda; bütün kadınlar onun gibi olsun(du)... Kadın dediğin yaratık yaşı kaç olursa olsun gençlik peşinde koşmalıydı; çünkü bu türün her daim genci, güzeli, bakımlısı, sıkı popolusu makbul(dü)...

        Kadının görüntüsü her daim bir mevzu. Onu, bunu cezbetmesin diye kara çarşaflar giydirilen kadınlar kadar, kendilerine dayatılan gençlik ve güzellik idealini sorgulamadan satın alan kadınlar da ağırınıza gitmiyor mu? Bir dur, bir rahat et, böyle de güzelsin inan demek gelmiyor mu içinizden sürekli ideal güzellik peşinde koşanları görünce?

        Le Guin der ki: “Güzelliğin her zaman kuralları vardır. Bir oyundur güzellik. Bundan milyonlar kazanan ve kime acı çektirdiğini umursamayanların denetimine girdiğini gördükçe güzellik oyununa hınç duyuyorum. Oyunun kurallarından birine göre çoğu yerde ve çağda güzellik gençlikle bir tutulur. Gençler gerçekten de güzeldir. Hepsi de güzeldir. Yaşlı insanlarda ise güzellik gençlerde olduğu gibi hormonlarla bedava gelmiyor. İnsanın aslıyla, aslında kim olduğuyla ilgili. O yamru yumru yüzlerle, bedenlerin içinde parlayanın ne olduğuyla ilgili.”

        Bir hayatı yaşlanabilecek kadar uzun yaşayıp hayatını kurmak adına gençliğinde peşinde koştuğun tüm yarışmalardan azade olarak; sevgiyle sarmalanmış, kendiyle barışmış, elbette ki sağlıkla yaşlanmak bir lüks, bir konfor değilse ne? Oysa şimdilerde bir konfordan ziyade günaha dönüştü yaşlanmak. Hakkıyla yaşlanmış bir insan olarak sık sık yazıyor Ursula bu konuda. Hayranlıkla okuyorum ve sonra annemi düşünüyorum. Öldüğünde henüz yaşlanmaya fırsat bulamadığını... Belki de onun hatırası bana yaşlanmayı hem makbul hem de konforlu algılatan. Bir kadın, yaşlanabilecek kadar yaşadıysa, bu büyük bir şanstır gibi geliyor bana.

        Jungcu analist ve hikâye anlatıcısı Clarissa P. Estes, kadın psişesini peri masalları vasıtasıyla çözümlediği kitabı Kurtlarla Koşan Kadınlar’da güzellik ideali hakkında “Kültürümüzün bedeni sadece heykel gibi gören anlayışı yanlıştır. Beden, mermer değildir. Onun yapılma amacı bu değildir. Onun amacı, içindeki tini, ruhu korumak, taşımak, desteklemek ve ateşlemektir, bellek için depo olmaktır, bizi -en üstün psişik besin olan- duygularla doldurmaktır” der ve şöyle devam eder: “Bedenlerine dair hissettikleri yoğun kaygılar, kadınları yaratıcı hayatlarından ve başka şeylerle ilgilenme gücünden büyük ölçüde yoksun bırakır. Tek bir güzellik ve davranış idealine uyan huy, tavır ve çerçevelere sokulmaya çalışılan kadınlar, hem beden hem ruh açısından tutsak düşer ve bir daha özgürleşemezler.”

        Görüntüsüyle insanı yoldan çıkaracağı düşünülüp kara çarşafların, kat kat örtülerin altına saklanan kadın için duyduğum üzüntünün aynısını duyuyorum sadece görüntüsüyle, (onun da genç kalması şartıyla) var olmaya çalışan kadın için de... Mükemmel olmanın görüntü takıntılı olmak dışında bir sürü başka yolu var ve bu yolların tekine bile ulaşmak için kendinizi kestirip biçtirmeniz gerekmiyor desek yalan mı?

        Diğer Yazılar