Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Çizgi-roman halindeyken faşizme karşı anarşizm çatışmasını vurgulayan, sinemaya uyarlandıktan sonra gelmiş geçmiş en iyi filmler arasında yerini alan “V for Vendetta” vizyona 2006 yılında girmişti. Algıda seçicilikten midir yoksa yaş döneminin bir getirisi midir bilemiyorum, aklımda filmden geriye kalan en belirgin detay, derinliği olan bir aşk. Devrim ve özgürlük diye bas bas bağıran bir filmin içerisinde, aşk ne kadar yer kaplayabilir ki diye düşünmüş olabilirsiniz. Ancak her nedense bende Love Story etkisi yapmıştı. İlk kez o filmde, yüzünü asla görmediğimiz birine, sırf fikirlerinden ve tavırlarından ötürü aşık olunabileceğine şahit olmuştum. Her daim Fawkes maskesi ile dolaşan bir adam düşünün. Göz teması kurmuyorsunuz, mimiklerini görmüyorsunuz, gülüşünü dahi bilmiyorsunuz ama aşık oluyorsunuz. Sadece Natalie Portman’ın canlandırdığı Evey karakteri değil, tüm kadın izleyiciler toptan aşık oldu. Sinema çıkışı sokaklarda “V” diye bağırmamak için kendini zor tuttu. Demek ki o zamana kadar bildiklerimiz yalandı. Hani ilk görüşte aşktı, hani eli eline deyince, göz göze gelince, gülüşünü görünce gönül kaymıştı. Düpedüz yalandı. Aşk öncelikle bir bağlanma isteğiydi, altında yatan sebeplerin somut olması gerekli falan da değildi.

        Etkileyici bir hikaye

        V for Vendetta’dan sonraki en etkileyici aşk hikayesini dün izledim. Adı; Her.

        2014 yılının En iyi Özgün Senaryo Oscar’ını ve En İyi Senaryo dalında Altın Küre ödülünü kazanan Spike Jonze filmi... Burada da süper bir aşk var, modern çağ’ın aşkı. İşletim sistemi Samantha ve boşanma arifesindeki Theodore arasında... Allah’ın bilgisayarıyla aşk mı olur diyeceksiniz, gayet olmuş, hatta Oscar bile almış. Önemli olan insanların inanması, kalplerinin sızlaması. İnanın sızlıyor. Vücut yok, ten yok, gözle görülür hiçbir şey yok, ama aşk var.

        Demek ki aşk için aslında çok şey gerekmiyor. Malzemeler bildiklerimizden çok farklı.

        Evde yapılacak kadar basit değil belki ama kesinlikle şekilci bir yanı yok. Anlayacağınız şimdiye kadar anlatılarla yakından uzaktan akrabalığı da yok.

        Bizi o eski senaryolar yaktı

        Aşkın tanımını yaparken kafamızda hep güzel şeyler hayal ettik. Hadi sarışınlığı, esmerliği, iyi kariyeri, güçlü ve sağlıklı vücudu, anlamlı gözleri, uzun saçları kendimize saklayalım ama en azından fonda iyi bir müzik vardı.

        Ya da ne bileyim ben manzara epey havalıydı. Gün batıyordu, yağmur yağıyordu, deniz ışıldıyordu, illa ki kuşlar uçuşuyordu, belki hafif bir rüzgar vardı. Sebebi; bize böyle anlatıldı hatta böyle seyrettirildi de ondan. Belki de aşk, gözümüzde o kadar büyütmemiz gereken bir şey değildi. Bizleri, aşk üzerine yazılmış eski senaryolar yakmış olamaz mı? Acaba izlediğimiz ilk aşk filminde, başrolde maskeli V ve eylemci Evey olsaydı, yine de beyaz atlı prens diye tutturur muyduk? Ya da ergenlik döneminde Titanic yerine Her’ü izlesek, bile bile Leonardo Di Caprio’nun posterini duvarımıza koymaya devam mı ederdik, yoksa söküp atar, bilgisayar ekranına bakıp bakıp içlenir miydik? Elimize yanlış harita verilip, yıllar yılı yanlış sokakta, yanlış apartmanı aramadığımızı kim iddia edebilir ki...

        Diğer Yazılar