Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sizi bilmem ama benim, Türk kahvesini sırf fal baktırmak için içen tanıdıklarım var. Belli ki duymak istedikleri bir şeyler var. Yıllar yılı, tam istedikleri gibi duyamamışlar o yüzden hababam içiyorlar. Uykusuzluk, taşikardi, selülit, gözleri hiçbir şey görmüyor.

        Yeter ki birileri, hoşlarına gidecek bir şeyleri; o malum, sarışın, mavi gözlü, beyaz atlı prensi, her nasılsa kapkara telvenin içinde görsün, tasvir etsin.

        Bir de ilginçtir, kendilerince işinin erbabı kişiler var. Çok iyi fal bakanlar ve bakamayanlar diye ikiye ayrılıyorlar. İyi fal bakanlar, özünde kişinin hoşuna giden şeyleri maharetle sıralayan insan sarrafları olsa da, onlar için geçmişte olan bir olayı bilmeleri, iyi fal bakan kişi ünvanı için kafi. Sırf, beş yıl önce geçirdiği trafik kazasını anlatsın diye, olmadık yerlerde, olmadık kişilerin yorumu için sırada bekleyen bir sürü insan gördüm.

        FİKRİ OLAN YOK

        “Bak benim oturduğum koltuğa kadar bildi” deyip seviniyorlar bir de. Sorun şu ki, kendileri de halihazırda biliyorlar. Geçmişi bilen çok ama gelecek hakkında fikri olan yok.

        Uzun bir süredir, dönem dizilerinin etkisi altındayız. Çoğunun popülerliğinin yüksek olmasından ötürü, kısmen geçmişte yaşıyoruz. İster istemez etkileniyoruz.

        Zira, zinhar, ala, o vakit gibi kelimelerin tekrar aramıza dönmesinin sebebi bile dönem dizileri. İşin garip tarafı hayatlarımız gelecek üzerine kurulu. Hep henüz yaşanmamış günlerin hayali, korkusu, ya da endişesiyle yaşıyoruz.

        Fal merakımız, emeklilik hayalimiz, acelemiz, telaşımız hep yarınlar için. Ancak gelin görün ki, hiçbir hikayede gelecek yok. Geçmişi zaten biliyoruz. Bugünü yaşıyoruz.

        Yarın içinse müthiş meraktayız. Senaryolar neden yarından bahsedecek kadar yaratıcı olamıyor acaba?

        Komik duruma düşme endişesinden mi, maliyet hesaplamasından mı, set noksanlığından mı?

        GEÇMİŞTEN İKRAH GETİRDİK

        Geleceğe dönüş filmini hatırlamamanıza imkan yok. Hepimiz ayıla bayıla izlemedik mi? Anlattıkları ütopik ayrınların en uç noktası 21 Ekim 2015 olsa da, hatta bu tarihin halihazırda 1.5 yıl ötesinde olsak da, bize hiç bilmediğimiz şeyler tasvir ediliyor diye ağzımız açık seyretmedik mi?

        Bence asıl fal, gelecekten bahseden olmalı.

        Senaryoların asıl misyonu da, durmadan bildiklerimizi temcit pilavı gibi değil, arada bilmediklerimizi de anlatması olmalı. İpek kadife kaftanlara, sultan sofralarına, dört yüz yıl önceki sarayın günlük yaşamına fazlasıyla hakimiz.

        Artık 30 yıl sonra neler yiyip içeceğimiz, ne sorup ne söyleyeceğimiz hakkında bir şeyler üretebilir miyiz?

        Diğer Yazılar