Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İtiraf etmem gerekirse, hayatta en keyif aldığım şeylerden birisi kısa ya da uzun süreli yurtdışında bulunmak. Keşfetmek gibisi yok! En olağan şehirde bile illa ki yeni bir detayla tanışmak, benzersiz. Peynirini tatmak, güneşinde yanmak, çarşısını gezmek, sanatçısının eseri ile müşerref olmak, hepsi ayrı birer keşif. Kaldı ki geçici bir süre için de olsa, kendinize ve alışkanlıklarınıza uzaklaşıyorsunuz.

        Kendi adıma konuşmam gerekirse, şayet çocuksuz bir seyahat ise rutinlerimden kaçmaya çalışırım. Her gün aldığım vitaminim falan varsa almam mesela.

        Ya da kısa bir süre için fiziksel aktivite şeklini değiştiririm. Farklı beslenirim, değişik giyinirim. Gittiğim yeri bir nevi tiyatro sahnesi gibi kullanır, beni şekillendirmesine izin veririm.

        Ne yalan söyleyeyim, Türklere fazla tahammülüm olmaz. Bilhassa kısa seyahatlerde, olayın büyüsünün kaçacağına inanırım. Kendimi başka dillerin arasında, dünyamdan daha da uzaklaşmış hissederim. Lakin kalkıp Köln’e, Dom Katedrali’nin etrafında tur armaya gittiysem, saçma bir beklenti olur. Nitekim yolda karşılaşacağınız Almanlar, azınlıkta.

        Elinizi sallasanız Türk’e çarpıyorsunuz. Fakat Tokyo öyle değil mesela. Takdir edersiniz ki Türklerin bir numaralı seyahat ve yaşam rotası içerisinde yer almıyor. Türkler de genelde direk uçuşla 12 saat olan, tabelalarını dahi okuyamadığı bir ülkede bayramını kutlama, eğitim alma, kayak yapma gibi fantastik arzular içerisine girmiyor. Bu sebeple dünyanın öteki ucuna gidiyorsanız, “öff burasının da tadı kaçtı, çok fazla Türk var” gibi bir şımarma cümlesi kurmanıza gerek kalmıyor. Yeri gelmişken sizi yeni ve yükselen sosyal eğilimimizle tanıştırmak isterim; “burada çok Türk var” serzenişi...

        ———

        Sekiz kulaçla gelmediniz mi

        Malum Türkler bundan bir kaç sene önce Yunan Adaları’nı keşfetti. Bodrum’daki lahmacun, Çeşme’deki naneli limonata fiyatlarının el yaktığı gerekçesiyle, denize dökülüp, başlarını alıp gittiler ve karaya ilk çıktıkları yerde Yunan eğlence mekanları ile tanıştılar. Önceleri hesap iyi geldi. Türkiye’nin, deniz kenarında bulunup, yüzme dışında yapılan bilimum dejenere aktivitesinden ikrah getirdiklerini iddia edip, oraları pek sevdiler. Bir de tabii ne de olsa suyun öte tarafı.

        Avrupai bir yanı var. “Yazı, Çeşme, Ayvalık ya da Akyaka’da geçirdim” gibi dünyevi ve sığ ifadeler yerine Yunan Adaları’nda geçirme fikri kulağa da hoş geldi. Ancak takdir edersiniz ki, aradan geçen zamanda suyunu çıkardık. Geldiğimiz nokta da şu; “Yunan Adaları’na gitmeyelim, artık çok Türk var.”

        Başa dönecek olursak, kalkıp Meksika’nın Tulum Plajı’na gidersin, kendi memleketlilerinden kaçarsın, bunun için her şeyi göze alır, günlerce seyahat edersin falan anlarım. Fakat Mikonos’a, Samos’a ya da Sakız’a gidip, neden Türklerden şikayet edersin? Zaten sen ve arkandaki kafile, sekiz kulaç atarak adaya vardınız. Bir tek siz mi yüzme biliyorsunuz? Bu durum, Türk’ün canının sıkıldığının başka bir ifadesidir. Yunan Adaları’nı da gururla bitirmiş bulunuyoruz. Zaten denizi de taşlıydı. Cacık’a bile cacıki deyip, ayakta uyutuyorlardı. Şimdi ilk hedef, diğer Türklerden önce, Türklerin olmadığı başka bir ada bulmak. Bir süre kale kurup, savunmak. Sanırsınız, yaz tatili değil, Malazgirt Meydan Muharebesi.

        Diğer Yazılar