Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Aslına bakarsanız, bu yazıyı, bugün kaleme alıyor olmaktan müthiş rahatsızım. Çünkü normal şartlarda, değerli insanların arkasından iki çift güzel söz söylemek için, hakkın rahmetine kavuşmalarına bekleyen insanlara sinir olurum.

        Adamcağız yalnızlıktan ve vefasızlıktan ölür, gider, cenazesi tıklım tıklım dolar, taşar. Katılan ve siyah çerçeveli gözlük takan hemen herkesin, birden bire kadim dostu olur, çıkar.

        İşte bu yüzden müthiş rahatsızım. Muzaffer İzgü’ye ithafen bir yazı yazmanın, bugüne denk gelmesinden ötürü huzursuzum ve bence bahsettiğim vefa jetonu köşeli olan gruptan farksızım.

        Kaçıncı sınıftaydık net hatırlayamıyorum, bugün ortaokul olan Alsancak Gazi İlkokulu’nda minik bir öğrenciydim. Toplantı salonunda, Muzaffer İzgü ile tanışacağımızı söylediler. O gün sadece kaynayan ders gözüyle bakmıştım. Fakat ne büyük milatmış; ilk kez, gerçek bir yazar ile tanışmışım.

        Anlattığı her şeyi hatırlamam mümkün değil. Ama uçurtmalar ile ilgili anlattığı bir anısı çok net. Her zaman bir uçurtması olsun istemiş. Uçurtması olan çocuklara bakıp bakıp özenirmiş. Derken bir gün olmuş ama o da gitmiş, rüzgar yüzünden ağaca takılmış.

        Henüz sevincini yaşayamadan, sahip olduğu en değerli şeyi kaybetmiş. O da yoldan geçen herkese, ağacı gösterip “bakın, benim bir uçurtmam var “ demiş.

        Hayatımda gördüğüm en yaşlı, çocuktu. Ses tonu net değil, o gün üzerinde ne renk bir gömlek vardı hatırlamıyorum, ama bir şeyler anlatırken, çocuklar tarafından samimi bulunsun diye, yarım yarım konuşan, zorlama bir münasebet içine girip samimiyetsizliğin dibine vuran, mesleki ünvanının içinde çocuk kelimesi geçen nicelerinin aksine, içinde bir değil, bir kaç çocuk besler gibi bir hali vardı.

        TÜM ÇOCUKLARA SELAM

        Aramızdan ayrılışı dolayısıyla hakkında hazırlanmış haberleri okurken, bir arkadaşının aktardığı son sözlerine takıldım. Hatta en son cümlede kaldım.

        En ağır halinde, hastane odasından, “tüm çocuklara selam edin” demiş. Nasıl üzüldüğümü ve neden bu kadar üzüldüğümü, galiba kelimelerle ifade etmem mümkün değil. 150’ye yakın kitabı olan ve büyük çoğunluğunu çocuklar için yazan bir yazarın, bir süre sonra, en azından duygusal olarak amatör ruhunu kaybetmiş olması beklenmez mi? Yola çıkış sebebi, çocuk sevgisi ya da içinde 1 cm boy atmayan küçük bir çocuk bile olsa, zamanla biraz daha profesonel bakması doğal karşılanmaz mı?

        İşte ben, en çok buna üzüldüm.

        Çocuklar adına, bu kadar çok çocuk seven bir yazarın kaybına, kendi adıma, yıllar sonra kitap fuarında imza günlerini karşıdan görüp, yanına gidip bir merhaba demeyişime ve uçurtmasından bahsedememiş oluşumuza yandım. Nur içinde yatsın, kitaplarıyla yaşasın!

        Diğer Yazılar