Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Son bir kaç yıldır durmadan “hatırlanmak” kavramı üzerine yatırım yapıyoruz. Yüzümüz hatırlansın diye sık sık resimlerimizi çekiyor, düşüncelerimiz hatırlarsın diye çekinmeden dile getiriyor, varlığımız hatırlansın diye ismimizi her yere büyük harflerle yazıyor ve bunların her birini milyonlarla paylaşıyoruz. Sosyal medyanın her türlü mecrasından bahsediyorum. Bütün bu emeklerin altında yalnız ve sadece “hatırlanma” isteği yatıyor. “Ben de buradayım, beni hatırlayın, yüzümü, ismimi, cismimi anımsayın” mesajı verebilmek için kendimizi paralıyoruz. Büyük ölçüde başarılı olunduğuna inanıyorum, bırakın birilerinin birilerini hatırlamasını, özleyecek vakti bile olduğunu düşünmüyorum. Zaten hatırlanma ile ilgili bir sıkıntımız yok fakat bundan böyle unutmak kavramı üzerine ufak tefek sıkıntılarımız olabilir. Nitekim unutmaya başlamışız; ana dilimizdeki kelimeleri hatta top yekün annemizden öğrendiğimiz dilimizi...

        ESKİ RENKLERE NE OLDU?

        Geçtiğimiz hafta Vogue Türkiye’de “Yavruağzına ne oldu?” başlıklı bir yazı okudum. Alt başlık şunları sorguluyordu; “Yeşilin hafif metalik koyu tonuna en son ne zaman ördek başı dediniz? Yavruağzı hangi ara somon oldu? Peki kurşuniden antrasite nasıl geçtik?”. Hakikaten nasıl ve ne ara geçtik? Sadece onlarla sınırla da değil; çingene pembesi nasıl fuşyaya terfi etti, çivit mavi hangi yıl kobalt mavisi olmaya hak kazandı? Konu inanılmaz hoşuma gitti çünkü farkında bile değiliz, eski renkler, adlarıyla birlikte gitti. Yerine birebir aynı tonda fakat ultra havalı isimler eşliğinde yeni renkler geldi. Yazının devamında tasarımcı Ümit Önal’ın konuyla ilgili ilginç görüşleri yer alıyordu. “Eskiden kadın odaklı bir renk dili olduğu, öreceği kazak için iplik seçen kadının ağzından ne çıkıyorsa oydu renk adı demiş. Yavruağzını biliyordu çünkü anneydi diye de eklemiş”. Peki o annelere şimdi ne oldu diye soracak olursanız, hayatına salata kültürü giymiş, somon balığıyla tanışmış ve yavruağızını somona değişmiş. Süper değil mi?

        BİR AYAKLARI ÇUKURDA

        Hadi kökenleri çok eskiye dayanan bir dilin modernize edilmesini kabul edilebilir bulduk, içinde bulunduğumuz yılın gereksinimlerine ayak uydurabilmesi için gerekli saydık diyelim, peki kaybolan unutulan dillere ne demeli. Araştırmacıların yalancısıyım; Kuzey Amerika, Avrupa ve Avustralya’daki bir çok azınlığın dili tehlike altındaymış. Hatta dünyadaki dillerin dörtte birinin bir ayağı çukurdaymış. Yukarı Tananaca dilini Abraska’da konuşan kişi sayısı 25’e kadar inmiş desem, harita üzerinde Abraska’yı gösteremeyeceğimizden ve orada yaşayan kişi sayısının 26 olup olmadığını bilemiyor olmamızdan, belki yüreğiniz burkulmaz ancak sorun şu ki, bu dörtte birlik grubun içinde güzide Türkçemiz de olabilir. Anlayacağınız bir kültürü diğerinden, bir insanı ötekinden ayıran en büyük etken, gitgide ortadan kalkıyor. Tamam uluslararası dile, İngilizce sayesinde herkesin birbiriyle iletişimine, gül gibi geçinip gitmesine ben de varım, ama ana dilimizi unutmaya gerek var mı? Farklılaştığımızı zannederek, bir şeyler yapmaya çalışıyor fakat elimize yüzümüze bulaştırıyoruz. Prototip uygulamasına geçiyoruz, baksanıza dilimizi bile unutuyoruz. İnanabiliyor musunuz, Türk Kadını, Sex& The City’i izleye izleye öğünlerinde salata yemeği öğrendi, salatada somon gördü diye hayatına somonu soktu, yavruağzını çıkardı, iyi mi! Dedim ya hatırlanma devri geçti, gün unutmamak için yatırım yapma günüdür!

        Diğer Yazılar