Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yoldan taksi çevirdim; iki günlük sakalı olan gözlüklü ve ciddi yüzlü, saçları beyazlamış zayıf bir şoförün yanına oturdum. Akatlar’dan Beşiktaş’a gideceğimi söyleyince, sahil yolundan mı gidelim, Balmumcudan mı, diye sordu. Hangisi daha açıksa oradan, dedim. Sahilden gideceğiz; beş dakika daha erken varırız, ama sana bir lira altmış kuruş daha fazla yazar. Bu saatlerde beş dakika fark eder; ama saat beşten sonra yirmi dakika atar, dedi ve sustu.

        Siz mühendis olacak adamışsınız, dedim. Ben mesleğimden memnunum, dedi. Hayretle, sahi mesleğinizi seviyor musunuz, diye sordum. Seviyorum, niye hayret ettiniz, dedi ve yan gözle baktı.

        İstanbul’da en zor, en stresli mesleğin şoförlük olduğunu düşündüğümü söyledim. Ben mesleğimi seviyorum, her mesleğin stresi var, dedi ve ilave etti; ‘sizin mesleğin stresi yok mu?’

        İstanbul’un trafik karmaşasından şikâyet etmeyen bir şoförle konuştuğuma inanamıyordum. İstanbul’da sürekli uyanık olmanız gerektiğini ve sürekli uyanık olma zorunda olmaktan kaynaklanan bir yorgunluk, bir tükenmişlik oluşacağını anlatmaya çalıştım.

        Ben, dedi, dinlenmiş ve zinde iken araba kullanınca daha az stres oluyorum; o nedenle belirli aralıklarla dinlenmeye çok önem veriyorum. Merak etmiştim. Peki, bu işte bunu nasıl yapıyorsun, diye sordum. Evden sabah altıda çıkıyorum. Altı buçukta işbaşı yapıyorum. Saat dokuza kadar çalışıyorum. Saat dokuz dedi mi, durağa geliyorum, yirmi dakika çay molası veriyorum. O sırada durağın telefonu çalsa dahi cevap vermiyorum. Çayımı içiyorum, dinleniyorum. Öğle yemeğinden sonra bir ara daha veriyorum. Biliyorum, belki günde on lira, yirmi lira daha az kazanıyorum, ama zinde kalıyorum ve direksiyonun başındayken işimi seviyorum, stresli olmuyorum. Saat dörtte arabayı teslim ediyorum ve eve varınca saat yediye kadar iki saat uyuyorum. Akşam çocuklarla dinlenmiş olarak vakit geçiriyorum, istersem arkadaşlarla buluşuyorum, genellikle akşam on birde yatağa giriyorum.

        Kılığı kıyafetinden, görünüşünden yaşam kalitesine bu kadar önem verecek biri olarak görünmüyordu, etkilenmiştim. Bunu size kim öğretti, diye sordum. Hiç kimse, dedi, kendi kendime bulduğum bir şey bu. Peki, mesleğin başından itibaren bunu yapıyor musunuz, diye sorunca, hayır, zaman içinde farkına vardım, on beş yılımı aldı bunu keşfetmek, dedi.

        Peki, dedim, etrafındaki genç şoförler senin bu tavrından etkileniyorlar mı, seni örnek alıyorlar mı? Hayır, dedi, çoğu ne yaptığımın farkında bile değil, söylemeye kalksam da hiç kimse ilgilenmiyor, dinlemek dahi istemiyorlar. Merak etmiştim, adını sordum, Cengiz, dedi.

        Cengiz Bey, dedim, siz neden böylesiniz, onlar niçin sizin gibi değil? Bütün mesele dedi, yaşamı sevmek, yaşamın tadına varmak istemek. Ben araba sürerken yaşamın tadına varıyorum, çünkü dinlenmiş haldeyim, zindeyim. Çay içerken tadına varıyorum, çünkü gerçekten canım çektiği zaman, yorgunluğumu giderecek şekilde molamı veriyorum, çayımı acele acele değil, keyifle içiyorum. İki saat uzandığım zaman, çok tatlı uyuyorum, çünkü yorgunluğumun farkında olarak yatıyorum, uykunun keyfini çıkarıyorum. Uyandıktan sonra dinlenmiş olduğum için çocuklarımla, eşimle konuşmanın keyfini çıkarıyorum. Ve gece saat on birde yattığım zaman huzur içinde uyuyorum. Yaşamımın her anının keyfini çıkararak yaşıyorum; direksiyonda, çay içerken, ailemle konuşurken, uyurken her yaptığımın hakkını vererek, isteyerek, keyifle yapıyorum.

        Konuşmak istesem kendisini ziyaret edip edemeyeceğimi sordum. Beklerim, dedi ve durağın kartını verdi. Cengiz Bey’i bir gün mutlaka ziyaret edeceğim. Sohbetimde ne sormamı istersiniz?

        Diğer Yazılar