Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sürekli kullandığım ilaçları aile hekimine yazdırdıktan sonra gittiğim eczanede, eczacı hanımın kısaca anlattığı bir olay “kanımı dondurmadı” ama, tüylerimi diken diken etmeye yetti...

        Halinden okumuş, görmüş geçirmiş olduğu belli bir bayan ilaç almaya gelmiş. Laf arasında evde çok sayıda ilaç biriktiğini, buraya getirse ihtiyaç sahiplerine verip veremeyeceğini sormuş. Eczacının “getirin de bakalım” sözünden bir gün sonra hanımefendi elinde güçlükle taşıdığı battal boy bir naylon torba ile gelmiş,

        Gözleri fal taşı gibi açılan eczacı, kutusu bile açılmamış insülin grubu ilaçlardan antibiyotiğe, sülfamite kadar bir sürü ilacı masanın üzerine dökmüş. Devamını şöyle anlattı:

        İlaçlardan çoğu, soğuk zincir gerektiren, yani üretiminden kullanımına kadar geçen süre içinde belirli bir ısı derecesinde tutulması gereken ilaçlardı. Doğal olarak, uygun koşullarda saklanmış olmasına güvenemediğim ilaçları ihtiyaç sahiplerine vermek üzere alamadım. Sadece soğuk zincir gerektirmeyenleri alıkoydum, diğerlerini alıp götürdü.

        Duyarlı vatandaş”ımız o kadar “fazla ilaç”ı yutmayacağına, kullanmayacağına göre, her halde eczaneden sonraki en yakın çöp konteynırına atmıştır.

        Kolay elde edilenin, kolay harcanması gibi bir durum...

        ‘Süründüren sistem’den daha iyi ama...

        12 yıldır bir türlü oturmayan sağlık sistemi, eskilerin “hastane kapılarında süründüren sistemi”nden daha iyi görünse de, yapılan ve sürekli hale gelen değişiklikler, bir türlü oturmadığını da göstermektedir. İlaca kolay ulaşım, vatandaşı, özellikle de seçmen kitlesinde büyük memnuniyete yol açsa da, devlete ağır fatura olarak dönmekte, dolayısıyla da vergilere dayanmaktadır.

        Avrupalı’nın 25 bin liraya bindiği bir otomobile Türk vatandaşının 50-55 bin liralara varan maliyetle ulaşması, yine Avrupalı’nın çöpe atmak üzere para ödediği, hurda otomobillerle yollarda ölmesi, öldürmesi, “ilaca kolay ulaşımın” başka bir bedelidir...

        Bakarsanız; savurganlık, hatta çöplük boyutlarında ilaç kullanmadan, sağlık ve sosyal güvenlik yöneticileri kadar doktor, vicdanlı ve vatansever eczacı da şikayetçidir.

        O halde kurulacak-değiştirilecek her sistemde, uygulamada bu kesimlerin de bilgi ve birikimlerinden yararlanmak, işin içindeki taraflara da bir şeyler sormak şarttır. “En iyisini biz biliriz, en iyisini biz yaparızla” bir yere gidilmediği, olanın ülkenin dövizine, milli kaynaklarının dış ülkelere akmasına yol açtığını anlamak da vatanseverliğe, ülke insanını dişinden tırnağından artırarak ödediği ağır vergileri olabildiğince doğru harcamış olma sorumluluğuna girer...

        Kişi başı yılda 26 kutu ilaç...

        İlaç savurganlığından başladık, Sağlık Bakanlığı’nın Ağustos 2014’te hazırladığı rapordan, anlayanlar, farkında olabilenler için dehşet ifade eden rakamlar alarak devam edelim;

        77 milyon nüfuslu ülkemizde yılda yaklaşık 2 milyar kutu ilaç tüketiliyor. Bu da bebek, genç, yaşlı demeden kişi başına yılda 26 kutu ilaç tükettiğimiz anlamına geliyor.

        Kişi başına tükettiğimiz ilaç, son 5 yılda yüzde 21.8, ilaca ödediğimiz bedel yüzde 20.8 yükseldi.

        Yüzde 54’ü ithallerden oluşan ilaca yılda ödediğimiz para 16 milyar 300 milyon lira. Yani bir zamanların 16.3 katrilyon lirası...

        2008 yılında ilaca ödediğimiz bedel, toplam giderin yüzde 49’unu oluştururken, bu oran 2013’te yüzde 54’e çıktı. Yerli ilaç kullanımı son 5 yılda 5 puan azalarak yüzde 46’ya düştü. İthal ilaca ödediğimiz bedel 2008’de 1.7 milyar lira iken, 2013’te 2.5 milyar liraya ulaştı. Yerli ilaca ödediğimiz bedel ise aynı sürede 1.1 milyar liradan 850 milyon liraya düştü. (Buradan, sık sık tekrarlanan “kendi ilacımızı kendimiz üreteceğiz” sözlerinin samimiyeti derecesine de ulaşılabilir.)

        ***

        Neremiz doğru ki?...

        Diğer Yazılar