Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bugün sizi, “yaratıcılarını bile rahatsız edici gerçekler”den bir kaç dakikalığına da olsa uzaklaştırıp, 1750’li yıllarda kaleme alınmış bir Voltaire hikayesini aktaracağım.

        Büyük düşünür Citophile, üzgün ve üzülmekte de çok haklı olan bir kadına bir gün şöyle dedi:

        Bayan, ulu VI. Henry’nin kızı olan İngiltere Kraliçesi de sizin kadar mutsuzdu. Onu ülkesinden kovdular; okyanusta yakalandığı fırtınalarla ölümün kıyısına geldi; kocasının giyotinde can verdiğini gördü.

        Kadın “Onun için çok üzüldüm” diyerek kendi rahatsızlığı için ağlamaya koyuldu.

        Ama...” dedi Citophile “Bir de Marie Stuart’ı anımsasanıza; basla bariton arası çok güzel bir sese sahip olan namuslu bir müzisyene fena halde tutulmuştu. Kocası, müzisyeni gözlerinin önünde öldürdü; sonra da kız oğlan kız olduğunu söyleyen dostu ve akrabası Kraliçe Elisabeth kendisini 18 yıl hapis tuttuktan sonra boynunu vurdurdu.”

        Kadın “Bu çok gaddarca” diye yanıtladı ve yine kendi dertlerini kara kara düşünmeye daldı.

        Belki de, yakalanıp boğazlanan Napolili güzel Jeanne’dan söz edildiğini duymuşsunuzdur” dedi avutucu. “Belli belirsiz anımsıyorum” dedi dertli kadın.

        Bir gün akşam yemeğinden sonra tahtından indirilen ve ıssız bir adada ölen, bizim zamanımızdan bir kadın hükümdarın serüvenini size anlatmalıyım” diye ilave etti öteki.

        Bu öyküyü baştan sona biliyorum” dedi kadın.

        Tüm büyük ve güzel prensesler gibi...

        Pekala... Kendisine felsefe öğrettiğim bir başka ulu prensesin başına gelenleri anlatacağım size... Tüm büyük ve güzel prensesler gibi onun da bir aşığı vardı. Odasına giren babası, yüzüne ateş basmış, gözleri kızıl yakutlar gibi ateş saçan aşığı yakaladı. Prensesin de heyecanı yüzünden okunuyordu. Genç adamın yüzü babanın hiç hoşuna gitmedi ve eyalette o zamana kadar hiç kimsenin yemediği kadar şiddetli bir tokat yapıştırdı delikanlının yüzüne... Aşık maşayı kaptığı gibi kayınpederin kafasını kırdı, yara güç de olsa iyileşti ama izi hala dürüyor. Aklını yitireyazan prenses pencereden atlayıp ayağını sakatladı, boyunun posunun yerinde olmasına rağmen topalladığı bu gün de belli oluyor. Aşık, ulu bir prensin kafasını kırmaktan ölüm cezasına çarptırıldı. Aşığını asmaya götürürlerken, prensesin içinde bulunduğu ruh halini bir düşünün. Hapisteyken uzun süre onu gördüm; bana bahtsızlıklarının dışında bir şey anlatmadı.

        Kadın “Peki o zaman, neden benim kendi bahtsızlıklarımı düşünmemi istemiyorsunuz?” diye sordu.

        Çünkü, bunları düşünmemek gerekir” dedi düşünür, “Bunca yüze kadın bu kadar bahtsız olduktan sonra, umutsuzluğa düşmek size yakışmıyor. Bir Hakabe’yi düşünün, bir Niobe’yi...”

        Kadın “aahhh...” dedi “Ben onların ya da o güzel prenseslerin zamanında yaşamış olsaydım ve avutmak için siz de onlara benim bahtsızlıklarımı anlatsaydınız, sanıyor musunuz ki sizi dinlerlerdi?”

        Ertesi gün düşünür biricik oğlunu yitirdi, duyduğu acıdan öleyazdı. Kadın, çocuklarını yitiren bütün kralların bir listesini hazırlatarak düşünüre götürdü. Düşünür, okuyup çok yerinde buldu ama daha az da ağlamadı hani. Üç ay sonra görüştüklerinde, birbirlerini çok neşeli görmekten büyük bir şaşkınlık duydular. Zaman adına güzel bir heykel yaptırıp üzerine şöyle yazdırdılar: AVUTANA...

        Hepinize sağlık içinde mutlu pazarlar dilerim. Zaman, alışmak da dahil bir çok şeyi halledecektir... Şimdiye kadar olduğu gibi...

        Diğer Yazılar