Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Terörün her türlüsü ile en etkin şekilde mücadelenin, devlet güçlerinin meşru hakkı olduğu sonuna kadar kabul etmekle birlikte, bazı mücadele yöntemlerinin, yakın ve uzak geleceğime terör tohumları ekmiş olmasından şiddetli endişe duyanlardanım. Bunun devamında da, her türlü terör sebebini en şiddetlisinden sürekli baskı altında tutmanın da, fırsat, zaman ve zemin buldukça bir yerlerden patlayacağı korkusu yaşayanlardanım.

        Sözü, iki terörist ruhlu öğrencinin, kendilerini geleceğe hazırlayan okullarına bir değil, iki değil tam 4 tane bomba atacak kadar gözü dönmüşlük olayına getirmek istiyorum.

        Dokuz Eylül Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu’na bomba koyup, bir anlamda kendi geleceklerini de bombalayan, alınlarına ömür boyu taşıyacakları “terörist” damgası yapıştıracak kadar gözü dünmüş iki “öğrenci bozuntusu” polis tarafından yakalanıp gözaltına alınmış ama, bu olağan sonuç beni asla rahatlatmaya yetmiyor, daha kötü sonuçlu benzer olayların yaşanabileceği endişesinden kurtarmıyor.

        35 yıldır yaşadığımız terör belasına on binlerce şehit verip, 100 binlerce dolar kaybettik ama, sonrasında pek de ders çıkarmadığımız, terörle mücadelede akıl, mantık ve toplumsal bilimleri ıskaladığımız ortadadır.

        Daha 18-20 yaşında, kendi okulu ile birlikte geleceğini de bombalayacak kadar kin ve intikamla doldurulmuş gençlerle, bu ülkede nasıl bir terörsüz gelecek kurabiliriz?

        Anlamaya çalışmak yerine...

        2013 ilkbaharında patlayan gezi olayları ve kalıntıları bir çok insanımız gibi benim de içimde bir yaradır. Devleti yönetenlerin, yüzbinlerce insanımızı bir anda hareketlendiren, sokaklara döken, en şiddetlisinden polis tedbirini, gaz bombasını, tazyikli suyunu, copunu, tekmesini tokadını, sonrasında da gözaltıları, hapis cezalarını göze alabilecek kadar “gözünü döndüren” sebepler üzerine biraz kafa yormasının, ülkemizi çok daha ileri noktalara taşımış olacağına inananlardanım.

        O günlerden kalan ve içimiz sızlatan onlarca görüntülerden birisi, İzmir’de devam eden duruşmalar sırasında hep tekrarlandı. ‘Halk gösterileri’ni bastırmakla görevli tam donanımlı çevik kuvvet polisleri, Birinci Kordon’un beton yükseltileri üzerinde oturan bir grup gence adeta saldırıyor, erkek olanlara tekme ve cop sallarken, sırtında okul çantası olan bir genç kızın da saçımı çekiyor.

        İşte, o görüntülerin yaratıcıları o polislerin davası önceki gün sonuçlanmış.

        Önce 360’ar gün hapse çarptırılan iki polis memurunun cezası, “işledikleri iddia edilen suçu kabul etmeleri ve sabıkasızlıkları” nedeniyle 74’er güne indirilmiş. Bu da 1.480’er lira paraya çevrilip, 5 yıl süreyle ertelenmiş. Yani bu polisler, benzer bir suçu bu süre içinde işlerlerse, kurtuldukları para cezası da son suçlarının üzerine eklenecek.

        Polis ifadeleri kaldı yadigar...

        Duruşma, olaylara müdahaleler sırasında bazı polislerimizin, içinden çıktıkları ve birer ferdi oldukları toplumun fertlerine karşı nasıl olup da bu kadar acımasız, bu kadar şiddet uygulayabildikleri sorusuna da cevap oldu.

        Nitekim, polislerden birisinin ifadesi şöyle:

        60 saatten fazla uykusuz, aç ve yorgundum. Bunun etkisi ile, kendime, mesleğime ve mensubu bulunduğum teşkilatıma yakışmayan bir harekette bulundum, pişmanım.”

        Daha önceki duruşmalardan birinde o sanık polislerden birisi de kendisini şöyle savunmuştu:

        Üç gündür uykusuzduk. Kaldırımlarda yatıp, aç susuz kaldık. Yüzümdeki gaz maskesi hava almıyordu, üzerimizdeki teçhizatlar da çok ağırdı...”

        Toplumsal yaralarımız o kadar ağırlaştırıldı, o kadar derinleştirildi ki...

        Diğer Yazılar