Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İşid” denen insanlık belası örgütün, “resmen üstlenme”ye bile değer bulmadığı bir terör saldırısı ile 44 günahsız insanımızı kaybettik.

        Biz onlara acil şifalar dileyip, “ebedi yayın, özgür düşünce, hür fikir yasağımız”ın sırları içine dönelim, bu dünyaya semer değil eser bırakan Montesquieu’nun İran Mektupları’ndan bir alıntı daha yapalım...

        Rika’dan.......’ye...

        (Başlama notu; Lütfen dikkatli, yavaş yavaş ve özümseyerek okuyunuz...)

        Geçenlerde bir derviş manastırında bir kütüphane gezmeye gittim. Beni karşılayan yaşlı adam, yabancı olduğumu anlayınca bilgelendirmeyi kendisine görev edindi. “Peder” dedim ona, “kütüphanenin bütün bu cephesini karşılayan bu kalın ciltler nedir?”

        Bunlar” dedi, “Kıtab-ı Mukaddes’in tefsirleri...”

        Ne kadar çok... Kitab-ı Mukaddes demek eskiden pek anlaşılmazdı, epey anlaşılır hale gelmiş olmalı. Şüphe kalmamıştır artık. Tartışmalı noktalar var mı hala?” dedim...

        - Olmaz mı hiç?...

        - Neredeyse satır sayısı kadar tartışmalı husus var.

        - Bütün bu yazarlar ne yaptı o halde?

        - Bu kitapları yazanlar, Kitab-ı Mukaddes’te neye inanılması gerektiğini değil, kendi inandıkları şeyi aradılar. Kitabı-ı Mukaddes’e kabul etmeleri gereken dogmaları içeren bir kitap gibi değil, kendi fikirlerine nüfuz kazandırabilecek bir eser gibi baktılar. Bu nedenledir ki, Kitab-ı Mukaddes’in anlamını çarpıttılar, her paragrafına işkence ettiler. Her mezhepten insanın baskın düzenleyip yağmaladığı bir ülke, düşman milletlerin defalarca çarpıştığı, bir çok farklı şekilde saldırılmış, çarpışılmış bir savaş alanı bu.

        Hemen şurada çileci veya sofu kitaplarını görüyorsunuz. Arkasında çok daha faydalı olan ahlak kitapları; gerek ele alınan konu, gerekse konunun ele alınma şekli bakımından iki yönden anlaşılmaz ilahiyat kitapları; mistiklerin, yani yumuşak kalpli dindarların eserleri...

        - Ahhhh Peder... Bir dakika bu kadar hızlı gitmeyin... Bana şu mistiklerden bahsedin...

        ————

        Din, şefkate açık kalpleri ısıtır...

        * Beyefendi... Dindarlık, şefkate açık bir kalbi ısıtır, beyne onu da aynı şekilde ısıtan düşünceler iletir. Kendinden geçişler, vecd halleri bundan doğar. Bu durum, dindarlık hezeyanıdır. Çoğu zaman mükemmelleşir, daha doğrusu dinginciliğe kayar ve yozlaşır. Dingincilerin deli ya da sofudan başka bir şey olmadıklarını biliyorsunuz.

        Gecenin sırlarını gün ışığına çıkartan, aşk iblisinin ortaya çıkarabileceği bütün canavarları kafalarında kurup, onları bir araya getiren, birbirleriyle kıyaslayan, bunları düşüncelerin ebedi konuları haline getiren Kazüistler’e (dini kuralcı) bir bakınız. Böylesine safça ve ayan beyan tasfir ettikleri ahlaksızlıkların çoğuna kalpleri de iştirak etmediyse ne mutlu onlara!...

        Konuşmamıza burada ara verdik. Dervişin bir işi çıkınca sohbetimizin devamı ertesi güne kaldı.

        Paris, Ramazan Ayı’nın 23. günü, 1719

        Rahmetli Atatürk’ün Kuran-ı Türkçe’ye çevirtme, insanların okuduğu Kuran metinlerini kendi dilinde anlama gayretlerine dünya toplum bilimcileri “İslam’da da reform” gözü ile bakarken, Atatürk’ten sonra bu tür aydınlanma gayretlerinin alel acele çuvallanıp “Arapça Ezan-Arapça Kuran” a dönülmesi, anlayan halkın aydınlanmasından korkanların eseridir.

        Bu münasebetle, Büyük İslam Alimi Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk’ü bir kez daha rahmet ve minnetle anıyor, hepinize mutlu bayramlar diliyorum...

        Diğer Yazılar