Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İzmir’de bir zamanlar Devlet Güvenlik Mahkemesi olarak da “hizmet” veren Halkapınar’daki tarihi un fabrikası, “Fabrikasyon Laboratuvarı” ya da “Tasarım Fabrikası” olarak faaliyete geçmiş. Artık “benim fikrim geldi” diyen herkesin, özellikle de kapısını çalacağı, laboratuvarlarında, “olur” kadar “olmaz”ı da deneyebileceği dev bir mekan ve imkan var.

        Devlet Kurumu TUBİTAK’ın, kabule bile değer bulmadığı bir çok genç mucidin, Uluslararası yarışmalarda derece, hatta birincilik alabildiği bir dönemde, İzmir’de açılan laboratuvarı iki bakımdan önemsiyorum:

        Kıtlık ve yokluk yıllarında İzmir’in un ihtiyacını karşılayan tarihi bir yapının yeniden yaşar hale getirip kent kültürüne kazandırılması.

        • Okullu okulsuz bir çok gencin ve genç insanın, kafasında oluşturduğu projeleri, “olabilirlik ortamı”nda deneyebilme, daha da geliştirebilme olanağına kavuşmuş olması.

        Aynı yapı içinde, gençlere meslek eğitimi de verilecekmiş. Sanayicinin, “nitelikli eleman” diye taşa sarıldığı, ama Milli Eğitim’in tercihini imam hatip liselerinden yana koyduğu bir ortamda, işin bu yönünü hayata geçirenleri de kutlamak lazım.

        BÜYÜKŞEHİR YALNIZ DEĞİL

        Bu girişimi sadece İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne mal etmek, diğer emeği, parası ve düşüncesi geçen kuruluş temsilcilerine haksızlık olur. Nitekim, işin içinde İzmir Kalkınma Ajansı ve bazı kurumlar da var.

        Bu tür faaliyetlerinin ve özellikle de sanat okullarının, bu günü dev sanayi ülkesi Almanya’yı nasıl uçurduğu, bilinçli politikacı ve devlet adamlarının elinde, önderliğinde ve teşvikinde Japonya’nın, Güney Kore’nin nerelere ulaştığını düşününce, geç de olsa bu tür girişimleri avuçlarımız patlayıncaya kadar alkışlamamız lazım.

        Vaktiyle, “Yerli malı, yurdun malı; herkes onu kullanmalı” gibi bir yerli sloganı, yerli sanayici ve sanatkarı, yabancı sanayiciye peş-keş çekme pahasına “yüksek yerli malı fiyatlarını ucuz ithalatla” terbiye etme popülizminin cazibesine kapılan politikacılar, yerli sanayinin gelişimine en büyük darbeyi indirdi.

        Gelişmiş ülkeler, sıradan bir buluşu bile, teşvike, ucuz girdilere, ucuz enerjiye boğarken, bizimkilerin, fabrikalarda, atölyelerde yokluklarla, yüksek maliyetle, üzerine bir de ağır vergi ile boğuşması, aklı başında hiç bir sanayicinin kabullenebileceği bir şey değildir.

        Çarşılarında, pazarlarında 3’e satılan bir ürünü, her hangi bir yerli üreticinin 5’e mal edip, “haksız rekabet girdabı”nda boğulması kaçınılmazdır. Türkiye’de 70 yıla yakın zamandır hakim olan siyasi anlayış da budur.

        Önce, eline geçirdiğini batırma alışkanlığı kazanmış siyasetçinin elinden, bu tür girişimleri, girişimcileri kurtarmak ve korumak lazımdır.

        Diğer Yazılar