Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Günümüz Türkiyesi’nde bazı kesimler, bir çok ülkenin ve kentin yerle bir olduğu, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük felaketi kabul edilen İkinci Dünya Savaşı yıllarındaki CHP yönetimini kıyasıya eleştirir, vatandaşa ekmeği bile karne ile verdiğini, kıtlık günleri yaşattığını anlatır, “biz onlar gibi değiliz” anlamında sözlerle vatandaştan daha fazla oy ister. Oysa asıl olan, geçmişi kötüleyip kendi dönemlerine şükrettirmek değil, geçmişte yaşanmışlardan ders çıkararak geleceği şekillendirecek projeler üzerinden vaatlerde bulunmaktır.

        Evet ekmek gerçekten karne ile verildi. Şekersizlikten insanların vücutlarında yaralar oluştu...

        Doğrudur... Peki aynı zor yıllarda siz iktidarda olsaydınız ne yapardınız?

        Buğday yoksa, denizdeki kumları ekmeklik buğdaya mı dönüştürürdünüz?

        Ben siyasetin ahlaklısını, vicdanlısını, ölçülüsünü, izanlısını severim” deyip, bu pazar da uzaklara gidelim...

        Kurucu Meclisler’in aranan adamı...

        Şu günlerde, vaktiyle bir kez okuduğum bir kitabı tekrar okuyorum; İzmir’in renkli simalarından, geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz Dündar Soyer’in “Cumhuriyetle adım adım... Olaylar ve anılar” isimli kalın kitabını...

        Cumhuriyet çocuğu (1920 doğumlu) Dündar Soyer, Atatürk ve İnönü’nün yakın arkadaşı ve bir çok önemli görevi güvenle teslim ettikleri Şefik Soyer’in oğludur.

        Devrin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, savaş yıllarının başladığı aylarda Şefik Soyer’i İaşe Gıda Müsteşarlığı’na uygun görür. “Kimse karışmayacaksa” şartı ile görevi kabul eden Şefik Bey, ekmeklik buğday, şeker, gaz yağı gibi önemli tüketim maddelerinin savaşan dünyadan satın alınması zorlaşınca, elde avuçta bulunanı adaletli şekilde paylaştırmaktadır.

        Devamını Dündar Soyer’in eserinden alıntılayalım;

        “O yıllarda Amerika’dan gemilerle buğday gelirdi. Buğday yüklü gemiler, İngiliz ve Amerikan savaş gemilerinin koruması altında Cebelitarık Boğazı’ndan geçerek ülkemiz limanlarına ulaşarak yükünü boşaltırdı.

        Halk ekmek için fırın önlerinde uzun kuyruklar oluştururken, gemilerin gecikmesi evimizde kara bulutlar dolaşmasına, limanlarımıza ulaşması da bayram havasına neden olurdu. Bir gün okuldan eve geldiğimde annemi çok sevinçli buldum. Tatlıyı çok severdi. Fakat şeker bulamadığımız için çoktan beri evde tatlı yapılmamıştı. Bu zaafını kendisine has üslubuyla “Sabah kalkan bir kişi, tatlıya değse dişi, rast gider onun işi” der, normal zamanlarda reçel kavanozundan bir tatlı kaşığı kaşla göz arasında yutuverirdi.

        Böyle devlet adamları vardı

        Annem o gün beni kilere götürerek bir çuval şeker gösterdi. İaşe Müsteşarlığı’na bağlı ofislerden birinden bize bir çuval şeker göndermişlerdi. Annem, akşam babam geldiğinde bu olayı ona da müjdeledi. Birden babamın kaşları çatıldı ve “kim göndermiş?” diye bağırdığı duyuldu.

        Ertesi sabah, şeker çuvalı sessiz sedasız geldiği yere döndü. Çuvalı eve gönderen kişi de görevden uzaklaştırıldı. Babam, herkesin sıkıntı içinde bulunduğu bir dönemde usulsüz dağıtıma, hele bunun kendi evinde yapılmasına asla izin vermemişti.

        Birkaç yıl sonra Demokrat Parti kurulacak ve “ölülerin kefensiz gömüldüğü, ekmeğin karne ile satıldığı, şeker ve gazın bulunamadığı” edebiyatı yapılacaktı. Bu arada Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu da, “İsmet Paşa, Türkiye’yi harbe erkekliğini öldürdü” diye konuşuyordu. O günleri çok yaşamış birisi olarak, siyaset meydanlarında bunları ne zaman dinlediysem, hep tüylerim diken diken olmuştur.”

        İşte böyle... Hepinize sağlık içinde mutlu pazarlar diliyor, iki haftalığına izine çıkıyorum.

        Diğer Yazılar