Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        16 Aralık 2014. Dünyada olup bitenlerden, memleket meselelerinden sıdkım sıyrılmış durumda. Nefes almamı sağlayacak bir neden arıyorum ve her zamanki gibi tiyatroya sığınıyorum. Aklıma ilk gelen Dot’un yeni oyunu ‘İki Kişilik Yaz’ oluyor. Sevgili Özlem Daltaban’a mesaj atıyorum, “Hemen gel hemen” diyor. Oyundan önce bir arkadaşımla kahve içiyorum.

        Bir köşesine ilişip ya da hayatımızın bir köşesine iliştirip adını ilişki koyduğumuz durumlardan bahsediyoruz. “Başıma ne gelecekse aşktan gelsin, bedelini acı içinde kıvranıyor bile olsa sol göğsümü gere gere öderim diyen biriyken, nasıl oldu da aşkın bu kadar uzağına düştüm?” diye isyan ediyorum. Aşkın peşinde koşarken ne kadar yorulduğumuzu ve taklitlerinin bünyemizde bıraktığı o giderek kötüleşen tat nedeniyle neredeyse aşka olan inancımızdan olduğumuzu fark ediyoruz. Aşkta kaçak güreşenlere içtiğimiz kahveler kadar okkalı birer selam çakıp oyunun yolunu tutuyoruz.

        ‘İLİŞ Kİ’DEN İLİŞKİYE...

        Ve David Greig ile Gordon McIntyre’nin yazdığı, Serkan Salihoğlu’nun yönettiği ‘İki Kişilik Yaz’ başlıyor. Üstelik sözleri “Aşk kalp kırar, aşkın sonunda hüsran var” diye akan bir şarkı eşliğinde, arkadaşımla sohbetimizi bıraktığımız yerden başlıyor.

        Sahnede bekâr bir boşanma avukatı olan Helena adında bir kadın ve Bob adında boşanmış ve yasadışı işler çeviren bir adam var. Görüntüde tek ortak noktaları ikisinin de 35 yaşında olmaları ve geçmişteki deneyimlerinden hareketle 35’in berbat bir yaş olduğuna inanmaları.

        Bir barda yolları kesişiyor. O gece yalnız olmak istemeyen Helena, her yerinden negatif enerji fışkıran Bob’a “Benimle sarhoş olmak ister misin?” diye soruyor. “İşte bahsettiğimiz ‘İlişki yerine ‘iliş ki kendinden kaçabilesin’ hali” diye fısıldıyorum yanımda oturan arkadaşıma. Ama öyle olmuyor. Yağmurlu bir gecede tanışan ve sadece o gecelik içlerindeki yağmurdan korunabilmek için birbirlerine şemsiye görevi yapacaklarmış gibi duran bu ikilinin hikâyesi masal tadında bir seyir izliyor.

        MEĞER ‘BİR VARMIŞ’ HÂLÂ VARMIŞ

        “Hayat bize kâğıtları dağıtıyor ve görünen o ki biz oyunu oynamıyoruz bile. Sadece kâğıtları çevirip elimize bakıyoruz” diyor Bob oyunun bir sahnesinde. Tokat gibi çarpıyor kalbime bu cümle; sen yoksan, masal da bir yokmuş da kalır haliyle! Ama geçmişinin oyuncağı olmak yerine içinde bulunduğun anın oyuncusu olmayı tercih edersen her şey bir anda değişebilir. Aşk masallarının ‘bir yokmuş’una sıkışıp kalmış seyirciye ‘bir varmış’ı hatırlatıyor oyun. Çıkışta insanların yüzlerine bakıyorum; ağızları kulaklarında, herkes gülümsüyor.

        HEMEN İZLEYİN, HEMEN!

        Helena’yı canlandıran Gizem Erdem ile Bob’u canlandıran Tuğrul Tülek şahane! Onlar ellerinde gitar sözleri bana beni anlatan şarkılar söylerken çocuk gibi gülümsediğim de oldu, gözyaşlarımı tutamadığım da. Özellikle iç seslerini duyduğumuz anlarda engel olamadım gözyaşlarıma. Serkan Salihoğlu’nun dinamik rejisiyle su gibi akan ve seyircinin umutlarına su serpen oyun; insanın ruhuna tıpkı adındaki gibi yazı getiriyor. Çıkışta “Bana neden ‘Hemen gel’ dediğini anladım” dedim Özlem Daltaban’a. Nefes alacak bir neden arıyordum ya hani; ‘İki Kişilik Yaz’ nefes oldu bana, içimde ve dışımda her şeye rağmen hakkını vermek gereken bir yaşam olduğunu hatırlattı. Şimdi ben “Hemen ‘İki Kişilik Yaz’a bilet alın diye sesleniyorum size. Oyun değil bu; koşturup durmakla geçen ömürlere aslolanı; sevmeyi ve sevilmeyi hatırlatmak için sunulmuş bir hediye... Biletler Biletix’te...

        Diğer Yazılar