Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Her kesim, televizyonlarda en uç örnekleriyle temsil ediliyor. Her kesimin “Cevherini” taşıyan kişiler ise ekranlardan kaçmaya özen gösteriyor. Çünkü herkes, kendi mahallesindekiler hakkından söyleneceklerden çekiniyor

        TÜRKİYE’de hiçbir kesimin birbirinden yeterince haberdar olmamasının nedenlerinden biri her kesimin ekranlarda genellikle en uçtaki, hatta bazen utanç verici örnekleriyle temsil edilmesi. Buna bağlı olarak da her kesimin ‘cevherini’ taşıyan kişilerin ekranlarda görünmekten hayâ etmesi. Ama bunun bir nedeni daha var: Herkes kendimahallesinde hakkında söyleneceklerden çekiniyor.

        Karşı tarafınmecralarında konuşurlarsa söylediklerinin ‘düşman’ tarafından kullanılacağına dair bir baskı var. Bu, hemen her kesimiçin geçerli olduğundan, aslında konuşması gereken serinkanlı, sağduyulu figürler arasında, dolayısıyla damahalleler arasında hakiki anlamda bir iletişim gerçekleşemiyor.

        Bu engeli aşıp, karşı tarafça kullanılır endişesiyle İslamcıların hiç anlatılmayan mağduriyetiyle devam ediyoruz. Karşı tarafın haberdar olmadığı kırgınlıkla...

        “Yaşayan Kuran” tefsiri vemealinin yazarı İhsan Eliaçık, Kafa Dengi programının yapımcısı ve sunucusu Tarık Tufan, yazar-akademisyen Cihan Aktaş, Yazar Ümit Aktaş, Başkent Kadın Platformu’nun kurucusu Hidayet Tuksal Şefkatli...

        ‘GAZALİ’NİN KİTABI 15 GÜNDE BUNALIMA SOKAR!’

        Eliaçık, mahalle içi baskıyı sorunca, 1960’lara, Cumhurbaşkanı’nın da memleketi olan Kayseri’ye, muhtemelen ortak yaşadıkları çocukluk sıkıntılarına dönüyor:

        “Saç uzatmak, favori bırakmak isterdim, top oynamak. Hepsi ‘gâvurluk’! Bunlar kırar bir çocuğu. Mesele şu: Dindarlar dini ritüel olarak görüyor. Devlet de dine böyle rol biçmiş. Herkes topyekûn ittifak etmiş. Din; vicdan, adalet ve merhamettir. Namaz kılan değil, vicdanlı olanmümindir.” Eliaçık, birden çocukluğundan kızlarının çocukluğuna, bugüne geliyor:

        “Bugün de benzer şeyler var. Kızlarımı gönderecek okul bulamıyorum. Yazın kursa gönderiyorum. Geliyor, başını sıkı sıkı örteceksin filan... Cinsellik odaklı, saplantılı bir eğitim. Oysa dinin özü doğruluk, dürüstlük, yalan söylememek. Bunları öğreteceksin. Orada da birmağduriyet yaşanıyor. Gerilim içinde yaşayan çocuklar büyüyor.Mesela bütün dindar evlerde vardır Gazali’nin kitabı, İhyâ’u Ulûm’id-dîn. Bunu okuyan bir genç 15 günde bunalıma girer! O yasak, bu günah... Mağduriyet meselesinde, kadınların mağduriyeti daha fazla oldu hep. Kadınlar hem dindar erkeklerden mağdur, hemde okula gidemiyorlar.”

        İSLAMCI MAHALLENİN FAHRİYE ABLA’YA HOŞGÖRÜSÜ

        Birçok kişiden dinlediğim birçok hikâyede “mahalle içi” ötekileştirmenin dışarıya karşı geliştirilen ötekileştirmeden çok daha sert olduğunu duyuyorum. Sadece İslamcı mahallenin kadınlarına değil, aynı zamanda mahallenin ortalaması gibi düşünmeyen erkeklerine karşı da ötekileştirme çok şiddetli.

        Hatta İslamcı edebiyatçılardan biri şöyle diyor: “İçeriden biri eğer bir ‘yanlış’ yaparsa, ‘kâfirden’ çok daha ağır bir baskıyla karşılaşır. Çünkü İslamcı ve muhafazakâr mahalleler kendilerinden olmayana daha açıktır, onların onayını beklerler. Dolayısıyla Kemalistlerin belki de korkmasına gerek yok. Çünkü onlara hiçbir zaman çok sert bir tepki gösterilmez.”

        Müslüman entelektüel, başı açığa iltifat, kapalıya akıl verir

        Özellikle Müslüman entelektüel çevrelerde, “dışarıdan” gelen, mahalleye sıcak yaklaşan başı açık bir kadın, izzet ve iltifatla karşılaşırken mahallenin içinden olan başörtülü bir kadın aynı oranda mültefit olamıyor. Yani “mahallenin bacısı” ikinci planda kalırken, mahalleye gelen “Fahriye Ablalar” sitayişle karşılanıyor. Başı açık kadınlar yeni ele geçirilen iktidarın bir parçası olarak mı görülüyor? Yoksa bu da bir “onay alma” derdi mi? Bu sorulara mahallenin kendisinin cevap vermesi daha doğru.

        BAŞÖRTÜLÜ OLUNCA

        Başörtülü kadınlar mahalle içinde bunu yaşarken Cihan’ın ve Hidayet’in anlattıkları, kırgınlıklarının devamlılığını gösteriyor.

        “Çok okumaya çalıştım. Hep kendimi geliştirdim. Benim zihnim analitik” diyor Cihan, “Ama sırf başörtülü olduğum için ‘akıl verme’, ‘yol gösterme’ ve giderek ‘haddini bildirme’ tavrı ile karşılaştım. Başörtüm olduğu için akıl verilmelidir çünkü bana! Bu çok kırıcı bir şey. Ama giderek zayıfladı bu. 20 yıl önceki gibi değil artık.” Hidayet öyle demiyor ama:

        “ODTÜ’de başörtüsü ile ilgili bir seminer oldu geçenlerde. Başörtülü kızlar sokulmadılar oraya. Kendileriyle ilgili seminere arka kapıdan girmeye çalıştılar. Ne kadar utanç verici onlar için. Mesela arkadaşlarım inanmıyordu çalışmak için gittiğim Bilkent Kütüphanesi’ne sokulmadığıma. Kapıdaki kadın her seferinde ‘Peruğunuzu takın’ diyor. Peruk taşımadığımı söylüyorum ve geri dönüyorum.”

        BİLGİYE ENGEL

        Bu söylediklerini duyan bir Kemalist kadının “Bir kadının bilgiye ulaşması nasıl engellenir!” tepkisi vermek yerine “Niye her seferinde deniyor acaba?” şüphesine düşebileceğini söylüyorum. Hidayet cevap veriyor:

        “Bu durumu anlamak biraz güçtür karşı taraf için. Çünkü başörtünü çıkarsan ayrımcılığın nesnesi olmaktan kurtulacaksın. Bu yüzden insanlar senden başörtüsünü çıkarmanı beklerler. Zenciden beyazlamasını ya da Yahudi’den din değiştirmesini beklemezsin ama başörtüsü takılıp çıkarılan bir şey olduğu için insanların ilk tepkisi çıkarmanızı beklemek oluyor. AKP iktidarda olduğu sürece insafa gelmezler. Çünkü First Lady’yi görüyorlar. Ama onun başörtüsü bizim hayatımızda bir şey değiştirmiyor.”

        İÇİNİ YAKAN GÖZLEM

        Tarık ise “içini yakan” bir gözlemini paylaşıyor:

        “23 Nisan şenliklerine katılmış çocuklarıyla üç başörtülü kadın. Muhtemelen varoştan geliyorlar. Bağdat Caddesi’nde oluyor olay. Klasik laik teyzeler de yürüyüşe çıkmışlar. Şunu dediklerini duydum: ‘Bunlar eskiden buraya gelmeye cesaret edemezlerdi.’ Ama elbette başı açık kadının da benzer bir aşağılanmayı karşı mahallede yaşadığını duyabiliriz.” O zaman gelelim o konuya. İslamcı mahalle de “açık” bir kadına “yol göstermeye”, “akıl öğretmeye” çalışır mı tıpkı Kemalistlerin Cihan’a yaptığı gibi? Daha açık konuşalım.

        TEBLİĞE MUHTAÇ KADINLAR

        İslamcı, başı açık bir kadında ne görünür? Tarık gülüyor:

        “Tebliğe muhtaç olduğunu düşünürler. Yardıma muhtaç duygusuyla yaklaşırlar.”

        İhsan Eliaçık daha da sert şeyler söylüyor:

        “Aşırı dar gruplar Atatürkçüleri dinsiz görür. Dinî düşünen zihinde ötekileştirme çok şiddetli oluşur. Atatürkçü gerici, mürteci der. Ama dindar -bu Arap dünyasındaki din düşüncesidir- kâfir der. Kanı, malı, canı helaldir. Dinî düşüncenin handikapı budur.”

        Tarık da aynı fikirde: “Tanrı adına konuşma yetkisini elinde tuttuğunu sanan insanın nasıl acımasızlaşabileceğini tahmin bile edemeyiz. Onlar benim gibi bir Müslüman’ı da ötekileştirecek kadar dinin kendilerine ait olduğunu sanabilir. Bunu yapmak zorundalar. Çünkü her cemaat aynı zamanda bir ekonomik yapıdır. Kendi inanma biçimini mutlaklaştırması gerekir ki o ekonomik ağ, iktidar devam etsin.”

        ‘Cumhuriyet Mitingleri’ni anlamak gerek

        Hepsi karşı taraftan nezaket beklemeden nezaket gösterecek kadar zarif insanlar oldukları için kendilerini karşı mahalleye koyup oradan da bakıyorlar meseleye. Tarık Tufan, faşist olmakla suçlanan Cumhuriyet Mitingleri hakkında şöyle konuşuyor: “Bu kadar insanın tepkisini manipülasyon olarak geçiştiremeyiz. Mutlaka sahici korkuları var. Varoluşunun temel değerlerinin ortadan kalkacağı korkusu. Yerel uygulamalarda böyle tehditler oldu. Bunlar çıkarcı zihnin ürettiği bir şeydir. Kendini bilgi ile tanımlayan İslamcı ideoloji böyle bir nezaketsizliğe düşmez.”

        Ümit Aktaş ise korku meselesinin ötesine geçip karşı mahalleden beklediği duyarlılığı anlatıyor:

        “Korkunun haklı nedenleri olabilir. Ama bu korkunun ‘Mahallede içki satılmıyor’ gibi şikâyetlerle açıklanmasına şaşıyorum. Daha farklı, daha üst düzeyde bir duyarlılık bekliyorum.”

        Cihan Aktaş “yarı aydınlardan” korktuğunu söylüyor kendi adına: “Ümmilik ve okurluk. Bu ikisinin arasındakiler çok korkunç. Ümmilerin iktidar tarafından yozlaştırılmamış, kalp gözüyle görme marifetleri var, iletişim kurabilirsiniz. Okur insanla da derinleşebilirsiniz, paylaşabilirsiniz. Ama aradakiler, sadece şartlanmalarını pekiştirecek şeyleri okuyanlarla konuşmak çok zor. Her şeye

        rağmen onların da bu tartışmada olması gerekiyor.”

        GÜLEN GRUBU NASIL DEĞİŞTİ?

        Korkular nedeniyle görülmek istenmiyor belki. Ama Türkiye’de herkesin değiştiği bir dönemden geçiliyor. Peki İslami mahalle nasıl bir değişimden geçiyor? Bu kesimi kadınlar ve sadece onların görünümü üzerinden tartışmak kabalık ve cahillik olsa da Hidayet’in söyledikleri kendinden öte bir değişimin sinyallerini veriyor: “Dindarlar da değişir. Örneğin Fetullah grubunun kadınları 80’lerde çenelerini de kapatırlardı. Grup içindeki fetva değişmemesine rağmen pratik değişti. Yazarlar Vakfı kurulduktan, Nevval Sevindi’nin Aktüel’deki fotoğrafları yayınlandıktan sonra bir şey oldu. Cemaatin saygı gösterdiği bir ismin açık pozlarını gördüler. Refah’ın ve Fethullah Hoca’nın sarışın kadınları vitrine koyduğunu gördüler.

        Bunlar altta bir şeyi kırdı. Çünkü başörtülü örtünürken açık kadını ‘ötekileştiriyordu’. ‘O, günah işliyor’ diyordu. Ama örtünmeyi öğütleyen cemaatin senin geçmişte bıraktığın halindeki bir kadına saygı gösterince... E o zaman sen niye örtündün? Birden açılma başladı. Eskiden, gazetelerde ‘Yüz tüylerimizi alabilir miyiz?’ diye sorulurdu, ‘Alınmaz’ derlerdi. Ama Fethullah grubu 28 Şubat’tan sonra kendi grubundaki bütün öğrencilere ve öğretmenlere başını açtırdı.”

        Diğer Yazılar