Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Büyük karanlık salonda, 13 ekrandan yansıyan ışığın altında yankılanan ses “Katı olan her şey buharlaşıyor” diyor. Ardından Philippe Soupault’un 1920’de kaleme aldığı cümlesi geliyor “Söyleyecek hiçbir şeyim olmadığı için manifesto yazıyorum.” Çok sözü olanla olmayanın bir farkının kalmadığı, söylenen sözün kıymeti harbiyesinin de olmadığı, kimsenin birbirini dinlemediği vakitlerden geçerken dönüp de eskide söylenmişlere bakmanın vakti belki de. Nasılsa bir şeyin değişmediğini görmek bir yanıyla umut bükücü olsa da “O zamanlarda da böyleymiş, kendimizi boşuna hırpalamayalım” demek iyi gelir belki de.

        50 MANİFESTO 12 AYRI KARAKTER

        Sanatçı Julian Rosefeldt de Park Avenue Armory’de soğuk bir New York sabahında düzenlenen basın toplantısında, dünyada pek de bir şeylerin değişmediğini, içine girdiğimiz türbülansla baş etmek için manifestolara bakmanın faydasından bahsediyor. Hiçbir şeyin dijital olmadığı zamanlarda, eski püskü raylarla gidilen şehirlerde, metro haritalarının olmadığı sora sora bulunan adreslerde, yemek masalarında politika konuşmanın yasak olduğu, mektupların gemilerle ulaşmasının aylar aldığı günlerde kaleme alınan 50 manifestoyu birbirine katan Rosefeldt, bir manifestolar mozaiği hazırlamış.

        Cate Blanchett’ı 12 karaktere sokan da bu büyük proje... Blanchett her ekranda ayrı birisi: Siyah köpeğiyle yıkıntılar arasında dolaşan bir evsiz, hezeyanlar içinde öğrencilerine bağıran bir bale hocası, dünyanın unuttuğu bir yerde yaşayan bir biyokimyacı, kendisiyle röportaj yapan bir haber spikeri, vardiyası boyunca tonlarca çöpü iki adım mesafeye kepçeyle taşıyan bir işçi, kendi kuklasını yapan bir kuklacı, ekranlara gümüş tükenmez kalemiyle vurup dünyayı önündeki dört ekrandan kurtardığını sanan bir borsacı, evinde bir grup mutsuz ama mutluymuş numarası yapan insana parti veren bir CEO, öğrencilerine “Hayatta hiçbir şey orijinal değildir, çalın ama öyle çalın ki nereden neyi çaldığınız anlaşılmasın” diye tahtaya kocaman harflerle yazan bir ilkokul öğretmeni, yolunu nerede nasıl kaybettiğini bilmeyen bir rock yıldızı, kocasını bando takımıyla gömen bir burjuva kadın, üç çocuğuna ve kocasına hazırladığı yemek sofrasını krallığı ilan eden anne.

        HEPSİ ÜTOPİK OLABİLİR AMA OKUNMAYA DEĞER

        Manifestoları bağlamlarından kurtarıp, hepsinin üzerlerinde birikmiş tozu alıp birbirine bağlayan Rosefeldt, yarattığı 12 karakterin tümünü sanat hakkında konuşturuyor. Metinlerin içinde Karl Marx’la Dada Manifestosu’nu yazan Tristan Tzara, Louis Aragon’la Paul Eluard, Jim Jarmusch, Werner Herzog, Lars Von Trier Andre Breton’la yan yana duruyor. Rosefeldt tüm bu metinlerin sonsuza dek güncel kalacağından emin olduğunu anlatıyor ve şöyle ekliyor: “Eğer söyleyecek bir şeyiniz varsa manifestolar bunun yapılabildiğini, yüksek sesle fikirlerimizi dile getirebileceğimizi gösteriyor. Hepsini nereye uyarlarsanız uyarlayın, Almanya, Türkiye, Brezilya, Rusya, İngiltere veya Amerika, bu manifestoların her bir kelimesi hem çok güzel, hem çok manalı. Evet ütopik olabilirler, bazıları kehanet gibi durabilir ama hepsi okunmaya ve dinlenmeye değer sözler!”

        BİR GÜN DEVRİM OLURSA?

        Fütürist, Dadaist, Pop Art, Fluksus akımlarının baba isimlerinin 20. yüzyıldan 21. yüzyılın başlangıcına kadar kaleme aldığı tüm metinleri kolajlar haline getiren Rosefeldt, bir yandan da o günlerin öfkesini ekranlara taşıyor. Borsada ekrana bakan o hırslı kadın, birden bire ekrana dönüp “Gerçekten tüm enerjini bu bitmez tükenmez, geçmişe duyduğun sonsuz ve beyhude saygı için mi harcamayı düşünüyorsun?” diye seyirciye bağırmaya başlıyor. Son cümlesi: “Gençlere, direnişe ve cesarete yer aç!” oluyor.

        Filmlerde Cate Blanchett’ın canlandırdığı karakterler bir yandan günlük hayatlarını sürdürürken bir yandan da sanatın ve sanatçının rolünü sorguluyor. Kocasının cenazesinde siyahlar içindeki bir kadın tabutun başında son konuşmasını yaparken Dada manifestosunu okuyor: “Hepiniz aptalsınız. Hepiniz bütünüyle aptalsınız. Alkol ve arındırılmış uykulardan ibaretsiniz. Umutlarınız, cennetiniz, idolleriniz, politikacılarınız, kahramanlarınız, sanatçılarınız ve dini inançlarınız, hiçbirinin bir manası yok!” Cenazeye getirilen bando müzik çalarken mezarlığın bahçesinde oynayan çocuklar tabutu gördükleri anda oyun oynamayı kesip büyüklerin matemine katılıyor.

        Videoların senkranizasyonunu mükemmel ayarlayan Rosefeldt’in karakterleri, aynı anda susuyor, aynı anda konuşuyor. Bir ekranda cenaze marşı çalarken, başka bir ekranda kepçe operatörü kadın, atık çöplere bakarken evden getirdiği buz kesmiş yemeğini yiyor. Kuklacı kadının tepesindeki kamera atölyedeki Gandhi, Hitler, Kaddafi, Papa 2. Jean Paul, Atatürk gibi dünya tarihinin önemli insanlarının kukları arasında geziyor. Kuklacı sonunda kendi kuklasını yapıp susuyor, onu konuşturuyor. İlkokul öğretmeni birinci sınıf öğrencilerine Jean Luc Godard’dan bahsederken, evsiz adam yıkıntıların arasında elinde megafonla: “Bizi tam manasıyla anlamayan herkese, bizi sonsuz şekilde hor gören, bizi yargılama hakkını kendisinde gören sizlere sesleniyorum, bir gün sizi bizler yargılayacağız!” Başka bir ekranda Fluksuscuların manifestosundan cümlelerle öğrencilerini azarlayan koreograf kadın sahnede bir başına kalınca uzun uzun bakıp şunu soruyor: “Eğer bir gün devrim olursa, ertesi gün çöpleri kapımızdan kim alacak?”

        New York’ta Park Avenue Armory sanat merkezinde bir ay için misafir edilen Manifesto, yüzyıllardır hiçbir şeyin değişmediğini, değişmeyeceğini gösteriyor. Cate Blanchett, yazılmış onlarca manifestoyu canlandırmak için karakterden karaktere giriyor

        Diğer Yazılar