Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Latin Amerikalı yazar Isabel Allende kitaplarının onlarca dile çevrildiğini söylerken, biraz da çekinerek şunu anlatıyordu: “Okurlarım, aslında beni değil çevirmen ne yazıyorsa onu okuyorlar, yani aslında ne okuduklarını Allah biliyor.” Haklıdır. Büyük yazarlar, çevirmenleriyle yol arkadaşıdır. Biz Gabriel Garcia Marquez’i kaybetmenin üzüntüsünü yaşarken, belki de en çok üzülen bize Marquez’i kendi dilimizde okumamızı sağlayan Seçkin Selvi hanımefendidir. Marquez’e veda ederken şunları söylüyor Selvi: “Akrabam sayılırdı Gabo, dile kolay tam 40 yıllık bir geçmişimiz var. Adını ilk kez 1974’te duydum. Çevirdiğim bütün kitaplara (160 kitap) aynı özeni gösterdiğim halde çevirmenliğim neredeyse Yüzyıllık Yalnızlık’la özdeşleşti. O çevirinin ötekilerden daha iyi olmasından değil, kitabın sarsıcı gücünden kaynaklandı bu.”

        YALNIZLIĞIMIZIN DÜĞÜMÜ

        Marquez, 1927’de Kolombiya’da doğdu. Her büyükanne ve büyükbabayla büyüyen çocuk gibi büyük bir masal kitabının içinde yaşıyordu. Fakir bir ailenin 11 çocuğunun en büyüğüydü. Babası Gabriel Elijio Garcia kapı kapı dolaşıp bitkilerden yapılan ilaç satıyor, annesi Luisa Santiaga Marquez ise telgrafçılık yapıyordu. Çift, Marquez’i doğar doğmaz anneannesi ve dedesinin yanına bırakıp Barranquilla’ya göç etti. Marquez, çocukluğunu Bin Gün Savaşları sırasında komutanlık yapan emekli albay dedesinin savaş anılarını dinleyerek geçirdi. 1982’de “Yüzyıllık Yalnızlık” ile Nobel Edebiyat Ödülü’nü alırken, ödül konuşmasında neden yalnız olduğumuzu anlattı Marquez: “Bizim en yüce meydan okuyuşumuz, tam tersine varlığımıza saygınlık kazandıracak alışılmış olanakların yetersizliğindedir. İşte dostlarım, bizim yalnızlığımızın düğümü budur. (...) İnsanın gelişinden bu yana, ütopya diye bakılan bu korkunç gerçeklik karşısında, bizler, her şeye inanan masal uydurucuları, karşıt ütopyanın yaratılışına soyunmak için zamanın çok geç olmadığına inanma hakkını da hâlâ kendimizde buluyoruz. Kimsenin başkalarının yerine karar veremeyeceği, ölümünün şekline bile karar veremeyeceği, sevginin sahici bir gerçeklik, mutluluğun da mümkün olacağı ve yüz yıllık yalnızlığa mahkûm kuşakların, en sonunda ve sonsuza dek şu dünyada bir ikinci şansı deneyebilecekleri, yepyeni ve karşı durulmaz bir yaşam ütopyasının.’

        GAZETECİLİĞİN BAŞDÜŞMANI: KAYIT CİHAZI

        Konuşmaya başladığı günden itibaren öyküler anlatan Marquez, babasının ısrarı ile hukuk fakültesine kaydoldu, sonunda okulu terk edip kendini gazeteciliğe adadı. Yıllar sonra gazetecilikle olan ilişkisini anlatırken, gazeteciliğin baş düşmanını açıkladı: Kayıt cihazı. “Bence bu oyundaki diğer suçlu ses kayıt cihazıdır. O icat edilmeden önce, iş sadece üç şeyle gayet iyi yapılıyordu: Not defteri, şaşmaz bir ahlak (etik) ve kaynakların söylediği şeyleri duyan bir çift kulak.”

        HER ŞEYİNİ REHİNCİYE SATTI

        Bir tasarımcıydı Marquez, dünyalar tasarladı, romanlar yazdı. Nispeten ince olduğu için “Kırmızı Pazartesi”yle, filmi çekildiği için “Yüzyıllık Yalnızlık”la başladık Marquez külliyatına. Lakin bu külliyata eşlik eden maddi sıkıntıları bilemedik. Zira; Marquez, “Yüzyıllık Yalnızlık”ı yazdığı 18 ayda büyük ekonomik sıkıntılar yaşıyor, evindeki mobilyalarını satmak zorunda kalıyordu. Eserini tamamladığında evlerinde elektrikli bir ısıtıcı, bir karıştırıcı ve bir de saç kurutma makinesinden başka bir şey kalmamıştı. Eşiyle kitabı yayıncıya postalamak için gittiğinde 53 pesos’ları vardı, postacı hesapladı rakamı önlerine koydu: 82 pesos. Halbuki reklam metinleri yazıyor, televizyon reklamlarıyla uğraşıyor, şarkı sözleri kaleme alıyor, hayatını idame ettirmesine ettiriyordu ama hikâyeler ve romanlar yazamıyordu. Sonunda şöyle dedi: “Adım adım, her şeyden vazgeçmeye başladım ve sonunda gerçek hayatın güvenilir sesi beni yazmakla ölmek arasında basit bir tercih yapmaya zorladı.” Kitap yayımlandığı ilk haftada 8 bin satınca, Marquez tüm borçlarını ödeyebildi.

        EDEBİYATIN ACİZ KALDIĞI ANLAR

        Yazmakla ölmek arasında tercihini yapan Marquez’e 1999’da lenf kanseri teşhisi konuldu, 2002’de “Anlatmak İçin Yaşamak” adlı otobiyografisini, 2004’te de “Benim Hüzünlü Orospularım” adlı son romanını yayımladı. Ana karakteri yaşlı bir gazeteci olan kitabı “Benim Hüzünlü Orospularım”da okurlarına ölümsüzlük arayışını sonlandırdığı mesajını veriyordu. 80’li yaşlarının başında belleğini yitirmeye başlayan Marquez’in kardeşi Jaime Garcia Marquez, bunama teşhisi konulan ağabeyinin yazmayı bıraktığını açıkladı. Marquez, son zamanlarda sevenlerinin karşısına en son 87 yaşına bastığı gün ceketinin yakasına taktığı sarı bir çiçekle çıktı, evinin kapısının önünde şarkılar söyleyerek onu bekleyen gazetecilerle şarkısını söyledi ve yavaşça içeri girdi. Bu onu son görüşümüz oldu.

        Diğer Yazılar