Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sahi niye bir türlü "bilmiyorum" diyemiyoruz şu hayatta hemen hemen hiçbir konuda? En bilmediğimiz zamanlarda bile bilirmiş gibi yapmalarımız neden? Basit bir adres de sorsalar, kapsamlı siyasi ya da felsefi analizler yapmamızı da isteseler verdiğimiz tepki aynı: Bilirmiş gibi yapmak.

        Geçenlerde Ankara'da bir sokakta gençten bir adama yakınlardaki bir yerin adresini sordum. Dakikalarca düşündü, kem küm etti, bir o tarafı gösterdi, bir bu tarafı. Sonunda sorduğum adresle ilgisi olmayan bir yönü gelişigüzel işaret ediverdi. Kafadan attığı o kadar barizdi ki, dayanamadım soruverdim. "Tarif ediyorsun ama aslında sorduğum yerin neresi olduğunu bilmiyorsun, değil mi?" Önce boş boş baktı. Sonra yarı mahcup gülümsedi, çocukça bir tebessümle durumu kabul etti. "Doğrudur abla," dedi. "Peki öyleyse niye garip garip tarifler uydurmak yerine açıkça 'Bilmiyorum' demiyorsun?" diye sordum. Bu seçenek hiç aklına gelmemiş gibi şaşkın baktı yüzüme. Söyleyecek laf kalmadı. Sustuk karşılıklı.

        Sahi niye bir türlü "bilmiyorum" diyemiyoruz şu hayatta hemen hemen hiçbir konuda? En bilmediğimiz zamanlarda bile bilirmiş gibi yapmalarımız neden? Basit bir adres de sorsalar, kapsamlı siyasi ya da felsefi analizler yapmamızı da isteseler verdiğimiz tepki aynı: Bilirmiş gibi yapmak. Gözümüzü yumup başlıyoruz konuşmaya. Kelimeler köşeli bir uçurtma gibi çıkıyor boğazımızdan. Kuyruğu uzun mu uzun bir uçurtma, git git bitmiyor. Her konuda habire bir şeyler söylüyor, tanımadığımız şahıslar hakkında gayet iyi tanırmış gibi ileri geri konuşuyoruz. Bazen konuşmakla kalmayıp yazıyoruz da. Bilmeden ama bildiğimizi zannederek. Bildiğimiz izlenimini vererek.

        Bilgi çağında yaşıyoruz. Yarım yamalak bilgiler çağında. Kitap okumak veya derinlemesine sabırla araştırmak yerine, internetten üstünkörü bir şeyler öğreniveriyoruz. Yetiyor. Televizyon kanallarında her akşam habire tartışma üstüne tartışma izliyoruz. Sanki her konuda zıt fikirlerde olmak ve çatır çatır tartışmak durumundayız. Bu 'mevzilenme arayışı' beraberinde 'düşünsel sabitlenmeyi' getiriyor. Kendimizi hep bir öteki üzerinden tanımladığımız için adeta çivi çakıyoruz bulunduğumuz yere. İşte o zaman 'fikir sahibi' olmaktan çıkıp 'sabit fikir sahibi' olmaya doğru yol alıyoruz, pupa yelken. Şu basit hakikati bile söyleyemiyoruz kendi kendimize: "Bugün, şu anda filanca konuda böyle düşünüyorum. Ama yarın fikirlerim değişebilir. Ben değişebilirim. Başka bir açıdan bakabilirim. Bir ihtimaldir. İhtimal güzel şeydir. Belki değişirim."

        Cahilin cehaleti kötüdür. Hamdır. Koftur. İçi boştur. Ama daha da kötüsü 'bilen'in gafletidir aslında. Bilgiyle gelen cesaret ve cehalet karışımıdır. Bazen bilgi sadece bir perdedir. İner gözümüzün üstüne, kapatır gönlümüzü. Çok bilenin çok daha iyi anladığını sanmak hata olur. "Bildiklerini unut," diyor Dost. "Gel al eline bir silgi, şu yeni başlayan güne bilgilerini silmekle başla. Zihnimin tahtasında kargacık burgacık harfler, ne çok kelimeler var. Alıyorum kumaş silgiyi. Tahtayı siliyorum boydan boya. Bir temizlik, bir hafiflik, bir ferahlık hali ki değmeyin gitsin.

        "Zanlarını, yargılarını, ön yargılarını ve dahi tüm genellemelerini koy bir çuvala ve hepten terk et. Gıybet etme sakın, bil ki dedikodu denilen şey mıknatıs gibi kötü enerji çeker. Kimsenin aleyhine konuşma, uzaktan atıp tutma, insanları kem dille yargılama, bil ki yanılırsın. Birini ne kadar çok aşağılar yahut dışlarsan, onun durumuna düşme ihtimalin o kadar artar. Kâinatın matematiğidir. Bir koyar bir alır insan. Bilmeden kendi hesabını dürer."

        Diğer Yazılar