Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        MIKONOS ve Bodrum sonrasında Alaçatı ile devam ediyor keşif turlarım. Malum pazartesi Şeker Bayramı. Ve tatilciler cuma gününü bekliyor. Yani 25 Temmuz ile birlikte İstanbul boşalacak. İşte benim de İstanbul’da turist hayatım başlayacak. Zaten size 3-5 yıldır “İstanbul’da tatil”i anlatıyorum. Yani şehrimde turist oluyorum. Trafiğin olmadığı İstanbul cennettir. O yüzden kaçınılmaz mutlu son benim için. Her sene olduğu gibi size İstanbul’da turist olma duygusunu bu sene de anlatacağım. Ama öncesinde şu anda tadını çıkardığım Alaçatı’dan bilgiler aktarmaya devam. Taş evleri, kurabiyesi, reçelleri, değirmenleri, sakızlı kahvesi, antikacıları, cumartesi pazarı, “Gel beni çek” diyen kapıları ile saymakla bitmez Alaçatı. Biz Yunan Adaları için “Ah vah harika. Olamaz süper” diyoruz ama bizim Alaçatı’mız cennet. Yeter ki, kıymetini bilelim. Bir kere burada yapmanız gereken var. Öncelikle doğal olun. Kendiniz olun. Kastırmayın. Süsleneceğiz, püsleneceğiz, topuklu ayakkabı giyeceğiz, yok oraya gideceğiz, yok buraya gideceğiz diye kendinizi yormayın. Hatta kendinizi bırakın köyün doğallığına.

        Cumartesi pazarına gidin

        BENİM gibi yaşadığınız şehirlerde semt pazarlarından kaçıyorsanız Alaçatı’da cumartesi kurulan pazara muhakkak gidin. O güzel meyvelerini satın alın ve hatta pazarın içinde yemeğe başlayın. O güzelim Ege otlarını keşfedyn. Hatta bilmediğiniz otları sorun. Yapılışını bile anlatıyorlar.

        Taş evler ve muhteşem kapılar

        ALAÇATI’YA gelip lüks bir otel arayışına girmeyin. Eğer öyle bir derdiniz varsa Bodrum’a ya da Antalya’ya gidin lütfen. Taş ev ve butik otellerde kalacaksınız ki bu güzel yerin keyfini sürün. Alaçatı’nın tüm butik otellerinde evlerinde, kalmışlığım var. Ama birkaç yıldır yapımı süren hatta “Acaba burası nasıl bir yer olacak” dediğim hikâyesi 1850’li yıllara dayanan Viento Hotel’de kaldım birkaç gün de. Viento Alaçatı Hotel bir konak aslında. 150 yıllık bir tarihi var. Aslında bir gizemi. O gün otele girdiğim an tuhaf duygular içindeydim ki, “Ah ah ben bu ağaçta az meyve yemedim. Şu köşe konakta doğdum” diyen bir ses duydum. Üç yaşlı hanımefendi Almanya’dan gelmiş ve anılarını tazeliyordu Arnavut, Boşnak, Selanik, Girit ve Kavala’dan gelen göçmenlerin yaşadığı Rum konağında. İşte Alaçatı böyle bir yer. Dili, dini, ırkı olmayan gizemli bir yer. Bu konağın o yüzden ayrıca başka bir anlamı var. Bu arada mutfağı da Levanten Niko Hanım’a teslim. Türkiye’nin dört bir yanından gelen lezzetlerle yemekleri hazırlıyor. Alaçatı sokaklarında gezerken mutlaka muhteşem kapıların fotoğraflarını çekmeyi unutmayın.

        Port almış başını gidiyor

        ALAÇATI merkezi ayrı, Port ayrı aslında. Bu cuma sonrası Port’ta yer bulmanıza imkân olmayacak. Şimdiden kalabalık. Bu güzel tatil yöresinde herkesin gözü de Port’ta. Hatta öyle ki, herkesin dilinde buradaki ki, yerlerin yükselen fiyatları var. Fiyatlar öyle böyle değil ciddi yükselmiş. 1 oda evler 1 milyon dolardan başlıyormuş. Ben birkaç gün de Port’taki Shaka Marine’de kaldım. Tam bir şaka oteli. Çalışanından tutun da otelin rahatlığına kadar. Port’un tam karşısında otelden ayrılırken arkanızdan su döküyorlar. Bir an önce yeniden gidin diye. Çalışanları müthiş. Aklınızda bulunsun derim.

        TREN’İN LİMUZİNİ

        PORT’DA çok meşhur mekânlar var biliyorsunuz. Sabaha kadar süren eğlence tam gaz devam ediyor. Tren de İzmir’in meşhur kulüplerinden Alaçatı’da da pek seviliyor. Tren bu sene limuzin servisi koymuş. Daimi müşterilerini istedikleri yerden aldırıyor. Alaçatı sokaklarında çok gerek var mı derseniz bence çok gereksiz. Ama dikkat çekici.

        HACI MEMİŞ GÖZDE

        ALAÇATI’NIN şimdilerde en meşhur mahallesi Hacı Memiş. Dar köy sokakları şimdilerin sosyetik isimlerini de ağırlıyor. Antikacıları, kafeleri ve restoranları ile dikkat çekiyor. Cuma günü daha detaylı anlatacağım ama benim Hacı Memiş’te ilk durağım Su’dan Hayat. Harika bir bahçe içinde günün yemeklerini yiyorsunuz. Leyla Tabrizi ve Osman Yitgin ortaklar bu güzel mekâna. Mutfağa ise Leyla Hanım hâkim. O gün taze ne varsa yemek o çıkıyor. Yani mönü diye bir şey yok. Kendinizi tamamen Leyla’ya teslim edin pişman olmayacaksınız. Yatakların, koltukların olduğu harika bir bahçede yemek yiyecek, sonrasında “Acaba şurada uyusam mı?” diyerek kalkmak istemeyeceksiniz.

        Diğer Yazılar