Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hayat böyle bir şey olsa gerek. Bazen en tepedesin, bazen en dipte. Önemli olan her iki durumdan da keyif alabilmek. En üsttekini yaşarken de, en alttakini tadarken de farklı lezzetler bulabilmek.

        Yok yok merak etmeyin. Ermedim. Ferrari’yi satıp bilge olmadım.

        Zaten Ferrari’sini satıp bilge olana da kıl olurum, önemli olan Ferrari varken bilge olabilmek. Zaten bu girişi de çok anlamlı, çok derin cümleler kurup hayatın sırrına vakıf olduğunu göstermek için yazmadım. Çok daha basit bir amacım var. Otomobil yazacağım.

        Böyle girmemin nedeni ise iki hafta önce “hibrit” otomobiller hiyerarşisinin en tepesindeki BMW i8’den sonra bu hafta da hiyerarşinin an altında sayılabilecek üyeyi, Toyota Yaris Hybrid’i anlatacak olmam.

        Hibrit deyince akla ilk gelen marka aslında Toyota.

        Yıllar önce piyasaya sürdüğü Prius modeli, önce “duyarlılık” sembolü olmak isteyen Hollywood ünlülerinin, sonra entel dantel Avrupalı ve Amerikalıların, en sonunda da taksicilerin gözdesi olmuştu. Bir ara ben de “Ulan acaba bundan bir adet edinip gelecek nesillere daha iyi bir dünya mı bıraksak?” gibi saçma bir düşünceye kapılmış, ama Toyota’nın bu otomobili Türkiye’ye ithal etmeyeceğini öğrenince üzülmüştüm.

        Ama Prius hakkında anlatılanlar hikâyeymiş. Pille gittiği mesafe ancak birkaç kilometreyle kısıtlıymış, benzin motoru sık sık, hatta sürekli devreye girmek zorunda kalıyormuş ve boşuna bir de onca ağır pilleri taşımak gerekiyormuş. Ben böyle düşünsem de, dünya ve özellikle Toyota dünyası böyle düşünmüyor belli ki! Ve Toyota şimdi neredeyse tüm modellerinin hibrit versiyonlarını üretmeye başladı.

        En küçük Yaris, orta boy Auris, arazi aracı RAV4 ve irice Camry’nin hibrit versiyonlarını satışa sundu. 2020 yılında tüm satışlarının yüzde 50’ye yakınının hibrit olmasını hedefliyor Toyota. İşte size anlatacağım otomobil, ailenin en küçüğü Yaris. Dışarıdan bakınca tipi çok güzel. Büyük alaşım jantlar, kaportadaki çizgiler, büyük camlar gerçekten çok hoş. İçinde de benzer bir his yaratıyor Yaris.

        Gerçi ben içine ilk bindiğimde bana çocukluğumda birkaç kez bindiğim Murat 124’leri hatırlattı ama olumlu yönde. Kocaman camlar, aydınlık bir iç mekân, basit ama kullanışlı bir ön panel. İçi muazzam rahat. Dışarıdan göründüğünden çok daha geniş.

        Gözüme çarpan ilk faul, gösterge tablosunun camı. Öyle kötü bir açıyla yerleştirilmiş ki, en küçük bir güneş ışığında parlıyor ve göstergeleri ancak tahmin edebiliyorsunuz. Buna mukabil ortadaki dokunmatik ekranlı kontrol paneli şahane. Radyo, ayarlar ve hibrit bilgileri çok kullanışlı bir biçimde elinizin altında.

        Koltuklar rahat. Deri kumaş karışık, döşemeler güzel.

        ORTALAMA 5.2 LİTRE YAKIT HARCADI

        Kullanıma gelince. “Hiç bana göre değil” desem kızar mısınız!

        1.5 litrelik benzinli motor ve yanıbaşındaki elektrikli motorun ürettiği toplam güç 98 beygir. Ancak anladığım kadarıyla beygirlerin bazıları topal, çünkü koşamıyorlar.

        Otomobilin hızlanması neredeyse bir Renault 12 ile eşdeğer. 0’dan 100 km’ye 13 saniyede çıkıyor.

        Bunu yaparken motorun bas bas bağırması da cabası.

        Amaaa.... Eğer otomobili insan gibi kullanmaktan yanaysanız şahane. Gaza yavaş yavaş basıp saatte 120 km’yi geçme niyetiniz yoksa ya da otomobili genelde şehir içi trafikte kullanacaksanız hiç sorun yok. Dört dörtlük bir araç.

        Ama uzun yolda bana saç baş yoldurur.

        Söylendiğine göre maksimum hızı 160’mış, ama ben 140’ı pek geçemedim. Motor patlayacak zannederek emanet otomobili kırmamak için ayağımı gazdan çektim.

        Benim sürüş tarzımla ortalama 5.2 litre yakıt harcadı.

        Demek ki, doğru düzgün biri kullansa 4 litre civarı falan harcayacak ki, fena değil.

        Ne yalan söyleyeyim, Toyota hibrit konusunda Prius’tan bu yana epey mesafe kat etmiş.

        Yaris, şehir içinde benzinli motora hiç geçmeden, sadece elektrikle uzun süre gidebiliyor.

        Mesela Levent’ten Taksim’e akülerini bitirmeden gelebiliyor. Klima ise gerçekten muazzam.

        Fiyatı 60 bin TL civarı.

        Hibrit kullanıyorum, çevreye duyarlı, bilinçli ve entelektüel bir vatandaşım demek için çok da pahalı bir yol değil.

        KİŞİSEL DENİZALTI

        Gazetenin farklı sayfalarına sızarak yazdığım yazılardan da anlayacağınız üzere gazeteye pek uğradığım yok. Zaten eski yayın yönetmeninin ayak altında dolaşanı pek makbul değildir. O yüzden gazeteye gittiğim zaman da yazı işlerine pek uğramıyorum. Ama her nedense geçenlerde yolum düştü. Konuştukları mevzu da dikkatimi çekince biraz dinledim.

        “Bodrum’da birisi küçük bir denizaltıyla saati bin dolara dalış yaptırıyormuş” diye anlatıyorlardı. Ben de bu sohbetten esinlenerek size bu hafta “minik denizaltıları” yazayım dedim. Bu dünyada son 10 yılda moda olan bir şey. “Personal submarine” yani “kişisel denizaltı” diyorlar. Bazıları özel yapım ve gerçekten limitleri zorlayan şeyler. Bazıları ise nispeten “seri üretim” sayılabilecek ürünler. Bunlardan birini ilk kez yakından Tom Perkins, meşhur Maltese Falcon’u gezdirirken görmüştüm. Bana göre bu seri üretim, kişisel denizaltıların şahı Amerikalı Deep Flight’ın ürettiği iki model.

        Şirket önce Deep Flight Falcon ve Super Falcon’u üretti. Ardından da Deep Flight Dragon’u. Hava ile suyun benzer “aero” veya “hidrodinamik” özellikleri gösterdiğini bilen Deep Flight şirketi, bu denizaltıların su içinde uçtuğunu söylüyor. Deep Flight Super Falcon 5.9 metre uzunluğunda, 2.7 metre genişliğinde ve 1.6 metre yüksekliğinde. “Carbon epoksi”den yapılan 1800 kilogramlık denizaltı 250 kg yükle 120 metreye dalabiliyor. İki yolcusu lityum fosfat pillerin ürettiği enerjiyle 5 saat su altında kalıp 4 mil hızla üzerlerindeki F-16 uçakları benzeri pleksiglas kokpitten dışarıyı gözlemleyebiliyor. Deep Flight Dragon ise 5 metre boyunda, 19 metre genişliğinde. Falcon’a göre biraz daha farklı hareket kapasitesine sahip. Geri kalan tüm özellikleri hemen hemen aynı. Deep Flight isteğe göre bu denizaltıları 3 kişilik de imal edebiliyor. Fiyatları 1.5 milyon dolardan başlıyor gözükse de 2 milyondan aşağıya almak mümkün değil. Fiyata ekleyeceği ciddi bir para ile dalış derinliğini 300 metreye kadar çıkarabiliyor. Deep Flight’lar arıza halinde kendi kendine yüzeye çıkma kapasitesine de sahip.

        PİLOTLAR ARASI YARIŞ KIZIŞTI

        Bazı okurlar “Alacak saat tavsiye etsene” diyorlar. Edemem. Yasak. Örtülü reklama girer.

        Ama aynı anda birkaç güzel saati anatırsam sorun olmaz.

        Mesela çok sorulan bir soru var. “Pilot saatleri çok beğeniyorum, Hangisini alayım?”

        Pilot saati deyince yakın zamana kadar iki marka bana göre çok öndeydi.

        Biri Graham, diğeri ise IWC. İkisi de güzel saatlerdi.

        Hele IWC Pilot öyle başarılı oldu ki, her renkten, her desenden, her malzemeden üretildi.

        Benim favorim ise çelik veya platin kasalı, kahverengi kayışlı olanıydı.

        Şimdi pilotlar arası yarışa yeni bir oyuncu katıldı. Patek Philippe Pilot.

        Gerçi IWC’nin en pahalı modelinden iki misli daha pahalı bir etikete sahip ama bana göre Pilotlar arasında filo komutanı olacak.

        Saate verecek 40 bin Euro’nuz varsa ve bulabilirseniz bir tane edinin. Torunlarınız çok sevinir.

        Diğer Yazılar