Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçen hafta Londra’da Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin şemsiyesi altında yapılan “göç, göçmenlik ve vatandaşlık” konulu bir dizi toplantıya katıldım.

        3 gün süren toplantıların sonunda ise Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) bu yılki ödülünün verildiği bir yemek düzenlenmişti.

        Şunu peşin peşin söyleyeyim, her ne kadar hükümetler düzeyinde Türkiye’nin Suriyeli mültecilerle ilgili yaptıklarına saygılı ve olumlu bir yaklaşım sergilenmese de sivil toplum düzeyinde Türkiye büyük saygı ve hatta minnet görüyor. Toplantılar boyunca en çok konuşulanlar, seçimlerin hemen ertesinde yapıldığı için ABD’nin seçilmiş başkanı Trump ve politikaları ile Türkiye’nin mülteciler konusunda yaptıkları oldu. Washington merkezli Göçmen Politikaları Enstitüsü’nün kurucusu ve onursal başkanı Dr. Demetrios Papademetriou, Avrupa’nın ve Amerika’nın göçmen politikalarını eleştirirken, “Gelişmiş ülkeler göçmenlik meselesine bir insanlık meselesi değil, kendi gelişmişliklerini sürdürme ve kaliteli işgücüne sahip olma meselesi gibi bakıyorlar. Göçmen kabulünde insanlık standardını değil, aldıkları göçmenlerin kendi ekonomilerine sağlayacağı faydayı hesaplıyorlar. Bu yüzden de eğitimli veya beraberinde sermaye getirebilecek göçmenlere kapılarını açıyor, insan seçiyorlar. Bu kabul edilebilir bir şey değil ve Türkiye bu noktada dünyaya örnek olması gereken bir tavır sergiliyor, hem de çok az destekle” diyerek başta İngilizler olmak üzere dünyanın dört bir yanından gelmiş politikacıların gözünün içine baka baka gerçekleri söyledi.

        ‘YENİDEN BAŞLAMAMI SAĞLAYAN TÜRK DİN ADAMIYDI’

        Neredeyse tüm oturumlarda sivil toplum temsilcileri Türkiye’yle ilgili övücü sözler söylerken, benim için en büyük sürpriz, ödül töreni sırasında yaşandı. UNHCR’nin mültecilere en büyük desteği veren kişi veya kurumlara her yıl verdiği ödülün bu yılki sahibi Güney Afrika doğumlu Müslüman insan hakları aktivisti Dr. İntizam Soliman oldu. Dr. Soliman, Afrikalı mülteciler için bir inisiyatif başlatmış ve uluslararası çapta büyük yardımlar toplayarak mültecilerin sorunlarını çözmek için çalışmalar yapıyor. Somali’den Nijerya’ya, Zimbabve’den Kongo’ya kadar geniş bir alanda yıllardır çalışmalar yürütmüş.

        Afrika kıtasında öylesine güçlü ki, kabileler arası çatışmalardan devletler arası anlaşmazlıklara kadar her yerde saygın bir arabulucu sıfatıyla koşuşturuyor. Bu yılki ödülü almasının en büyük nedeni ise Suriye’de çatışma bölgelerinde yaptığı çalışmalar.

        Yemek öncesi Mülteciler Yüksek Komiser Vekili Kelly Clements, Dr. Soliman’la tanıştırdı.

        Dr. Soliman Türk olduğumu öğrenince çok mutlu oldu.

        “Biliyor musunuz, benim yaptığım tüm çalışmaların ilhamı Türkiye’den geliyor. Beni bu konularda çalışmalar yapmaya yönelten ve en sıkıldığım, en umutsuzluğa düştüğüm anda bile yeniden başlamamı sağlayan bir Türk din adamıdır. Az sonra konuşmamda ondan söz edeceğim” dedi.

        “Nasıl yani?” diye sordum.

        “25 yıl kadar önce Türkiye’de bir cemaat önderi din adamıyla tanıştım, o bana bazı tavsiyelerde bulundu ve o tavsiyeler bana hep ışık tuttu” dedi.

        “Kim o?” diye sordum. Güldü ve “Sonra söylerim” dedi. Bu cümleleri duyunca bende bir panik. “Yahu bunun tanıştığı adam Fethullah Gülen olmasın. Acaba bu yemeği terk edip gitsem mi?” diye düşünmeye başladım ama başköşeye oturmuşuz ve kalkıp gitmek ayıp olacak. Kaderime razı beklemeye başladım. Önce sahneye UNHCR Komiseri’nin vekili Kelly Clements çıktı.

        “Şu anda dünyada 65 milyon insan mülteci konumunda. Düşünsenize güven deyince insanın aklına evi gelir ve bu insanlar için evleri artık güvenli olmadığı, hatta tehlikeli olduğu için evlerini terk edip gitmek zorunda kalıyorlar. Genelde bilmedikleri, kültürüne yabancı oldukları ve kendilerini istemeyen yerlere doğru göç ediyorlar. Kendileri için değerli olan ne varsa arkalarında bırakarak, yabancı topraklarda ve yabancı ülkelerde istenmeyen yabancılar oluyorlar. Üstelik de bunların yüzde 90’a yakını kadınlar ve çaresiz çocuklar” diye başladı.

        “Düşünsenize, İngiltere’nin nüfusu kadar insan bugün ölüm korkusu nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalmış. İngiliz halkının bir anda İngiltere’yi boşalttığını gözünüzün önüne getirirseniz durumun korkunçluğunu daha iyi anlarsınız” dedi.

        Ardından Suriye’ye getirdi lafı ve Batı’nın bu konudaki yaklaşımını eleştirdi.

        Suriyeli göçmenler konusunda ikiyüzlü davranıldığını, Batı’nın sayı olarak komik sayıda göçmen kabul ettiğini, buna karşılık kabul ettiği göçmenler konusunda da eğitim ve gelir ayrımcılığı yaptığını söyledikten sonra Türkiye’nin 3 milyondan fazla mülteciye kucak açarak çok önemli bir iş yaptığına değindi.

        Ardından sahneye Amerikalı ünlü soprano Barbara Hendricks çıktı.

        Hendricks, UNHCR’nin yaşam boyu gönüllü elçisi ve bu unvana sahip tek kişi (Angelina Jolie henüz bu unvanı elde edemedi). Hendricks de neden bu davaya baş koyduğunu anlattı ve mülteci kamplarında yaşadıklarından örnekler verdi. Özellikle acıların en büyüğünü kadınların ve çocukların çektiğini anlattı. Ve o da Türkiye’nin Suriyeli mülteciler konusunda yaptıklarına değinerek, “Dünyada bunları yapmış tek bir ülke dahi yok. Türkiye’ye minnet duyuyorum” diye bitirdi sözlerini. Ardından ödül törenine geçildi ve Dr. İntizam Soliman’a ödülü verildi. Dr. Soliman uzun bir konuşma yaptı. Bunun hikâyesini de anlattı.

        ‘BEN ONU CERRAHİ DİYE BİLİRDİM’

        Suriye’de mültecilere yönelik sağlık hizmeti vermek için tüm taraflarla görüşmüş ve kimseden izin alamamış.

        Bunun üzerine gönüllü doktor arkadaşlarıyla toplanmışlar. Soliman, “Onlar insanları öldürmek, kendi halklarına ateş açmak için izin mi alıyorlar ki biz izin istiyoruz” demiş ve hastaneyi kurmaya karar vermişler.

        Herkese hizmet verdikleri ve adil davranıp taraf tutmadıkları için kabul gördüklerini ve bir iki olay dışında sorun yaşamadan görev yaptıklarını anlattı. Sonra da yıllardır sürdürdüğü bu insani misyon için ilhamı Türkiye’den aldığını anlatmaya başladı.

        Dr. Soliman, 1990’lı yılların ilk yarısında Türkiye’ye geldiği sırada bir din adamıyla tanışmış. Uzun uzun bu din adamını anlattı. Konuşması bitince yanına gittim. “Adını vermedin ama çok merak ettim. Kim bu din adamı?” dedim. Güldü, “Merak etme, kötü biri değil. Zaten artık yaşamıyor” diye yanıtladı. Sonunda da adını söyledi:

        “Halveti şeyhi Muzaffer Özak.”

        “Ben onu Cerrahi diye bilirdim” dedim. “Aynı şey, farkları yok” dedi ve ekledi: “Türkiye’deki dostlara selam söyle. Suriyeliler için çok büyük şeyler yapıyorsunuz. Kanada 25 bin kişiyi almış övüne övüne anlatıyor. Türkiye’de ise benim hesabıma göre 3.5 milyon kişi var ve kimse buna saygı duymuyor.”

        YABANCI SERMAYEDE ‘BREXIT VE TRUMP’ HESAPLARI

        Eski İngiliz Milletvekili Michael Portillo ile ayaküstü sohbet ettik.

        Portillo, Thatcher ekolündendir.

        Demir Leydi’nin başbakanlığı sırasında danışmanları arasındaydı.

        Basın toplantıları öncesinde başbakanı bilgilendiren ekibin içindeydi ve konuşma metinlerini hazırlardı.

        Birkaç dönem milletvekilliği de yaptı, Şimdi gazetecilikte uğraşıyor.

        Trump’ın seçilmesini ve Brexit’i sordum. İkisinin de eşit derecede beklenmedik olduğunu ve ikisinde de sahiller ile iç kesimler arasındaki görüş farklılıklarının ön plana çıktığını söyledi. “Aslında belki de İngiltere için daha iyi olacak Trump” dedi. Brexit sonrası İngiltere’nin içine düşmesi muhtemel yalnızlığın Trump’lı bir Amerika’yla belki daha hafifleyebileceğini ve Brexit’le beraber İngiltere’nin kaybetmesi muhtemel yabancı sermayenin Trump sayesinde ABD’den gelebileceğini düşünüyor.

        Bir başka öngörüsü ise Trump yüzünden Avrupa Birliği’nin hem siyasi hem de mali olarak güç kaybedebileceği yolunda.

        “Avrupa, ABD’nin askeri şemsiyesi altında dünya sorunlarına gözünü kapatmış ve sırtını dönmüştü. NATO’nun masraflarının neredeyse tamamını ABD karşılıyordu. Şimdi Avrupa’nın önüne bir fatura konabilir ve bu ekonomik sıkıntılarla boğuşan Avrupa için tatsız bir fatura olabilir. Ya da ABD şemsiyesi altından çıkıp dünya sorunlarıyla kendileri boğuşmak zorunda kalırlarsa ekonomik çıkarlar nedeniyle birbirlerinden uzaklaşabilirler” dedi.

        Diğer Yazılar