Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dün İslamcı medyaya baktım önce.

        Gözlerime inanamadım.

        Sonra hükümeti destekleyen medyaya baktım.

        Gözlerime bir kez daha inanamadım.

        Sonra merkez medyaya baktım.

        Orada zaten fazla bir beklentim yoktu,

        Srebrenitsa katliamını hatırlayanlarınız vardır.

        Hatırlamayanlar için ben hatırlatayım. Yugoslavya’daki iç savaş sırasında yüzlerce Müslüman erkek, Sırp milisler tarafından alınıp infaz edilmişlerdi.

        Ve bu infaz Hollandalı Barış Gücü askerlerinin gözü önünde gerçekleştirilmişti.

        İnfaz edilenlerin yakınları o gün bugündür “adalet” arıyorlardı ve bu nedenle Hollanda aleyhine, Hollanda mahkemelerinde davalar açmışlardı.

        O günlerde Türkiye’de herkes ama özellikle İslamcı kesim büyük bir tepki göstermiş, olay günlerce manşetlerden inmemişti.

        Önceki gün işte bu dava sonuçlandı.

        Hollanda Yüksek Mahkemesi, Hollanda’yı bu katliamdan “kısmen sorumlu” tuttu.

        Kurbanların ailelerine talep ettikleri tazminatın yüzde 30’unun ödenmesine hükmetti.

        Yüzde 30 meselesi ayrı bir rezalet ama sonuç olarak Hollanda’nın “suçunu” üstendiği kesinleşti. Hem de kendi yargısı tarafından.

        İşte benim İslamcı basında da, hükümete yakın medyada da arayıp göremediğim haber buydu.

        Bu kararı umursamamışlardı bile.

        Oysa o kadar geçmişi, neredeyse 20 yıl öncesini hatırlamasalar bile en azından 16 Nisan referandumu öncesini hatırlamaları gerekirdi.

        Çünkü o günlerde Hollanda’yla yaşadığımız derin kriz sırasında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hollanda’ya sert çıkmış ve Hollanda’nın Srebrenitsa’daki 8 bin canın kaybından sorumlu olduğunu meydanlarda haykırmıştı.

        Hollanda Yüksek Mahkemesi’nin kararı, yakın siyasi gündemimiz açısından bile önemliydi bu yüzden.

        Ama bunu haber yapma, 1. sayfalarına taşıma gereği bile görmediler.

        Nedenini gerçekten merak ediyorum.

        YÜZDE 70 AYIBI

        SREBRENİTSA katliamıyla ilgili Hollanda yargısının aldığı kararda tazminatların yüzde 30’unun ödenmesi de karara bağlandı.

        Kararın gerekçesi hukuk adına utanç verici.

        Mahkeme şöyle diyor:

        “Hollandalı askerler duruma müdahil olamazdı. Böyle bir yetkileri yoktu. Ayrıca müdahil olsalar bile oradaki insanların yaşama şansı ancak yüzde 30’du. Bu yüzden de tazminat taleplerinin yüzde 30’unu karşılamamız gerekir.”

        Kelime kelime böyle değil elbet ama anlamı bu.

        Yargının, insanların yaşama olasılıklarını belirleyecek kadar kibirli olmasını açık söyleyeyim epey yadırgadım.

        HELAL SANA DÜZCELİ AMCA

        CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yola çıktığı gün “AK Parti’nin güçlü olduğu yerlerden geçerken sorunlar çıkacak” demiştim hatırlarsanız.

        Açık söylemek gerekirse iyi bile dayandı yürüyüş. Ama rezalet Düzce’de patladı.

        Anlaşıldığı kadarıyla Düzce Belediyesi’nin organizasyonuyla Kılıçdaroğlu’nun konakladığı karavanın önüne bir kamyon tezek bırakıldı. Bunun belediyenin halt yemesi olduğunu ben söylemiyorum, sosyal medyaya düşen bir videoda AK Partili olduğunu açıkça söyleyen “aklı başında” bir Düzceli söylüyor. Hem Belediye Başkanı’na “Pisliği kaldır” diyor, hem de İl Başkanı’na bu rezaletin hesabını soruyor, “Düzce’ye pislediniz” diyor.

        Açık söylemek gerekirse, Türkiye’ye lazım olan insan tipi işte o Düzceli amca.

        Siyasi rakibinin yoluna tezek dökülmesine tepki gösteren ve pislik atılanın değil, pisliği dökenin kirlendiğini son derece çelebi bir tavırla partisinin İl Başkanı’na anlatan o amca.

        “Temizlemezseniz sizi Tayyip’e şikâyet ederim” diyecek kadar da içten.

        Bize böyle adamlar lazım.

        Pisliği dökenler değil, temizletenler...

        YOL İZLENİMLERİ

        BAYRAM tatilinde Ayvalık’a anne ziyaretlerine gittim.

        Karayolunu tercih ettim.

        Yavuz Sultan Selim ve Osmangazi köprülerini, Bursa’ya kadar olan kısmı tamamlanmış İstanbul-İzmir otoyolunu kullandım.

        Çok işime yaradıklarını, yolu yarı yarıya kısaltmaları bir yana çok da rahat bir seyahat imkânı sağladıklarını söyleyerek izlenimlerimi aktarayım:

        1. Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün bağlantı otoyolları son derece kötü. Asfalt daha 1 yıl olmadan yer yer bozulmaya başlamış.

        2. Bu köprünün bağlantı yolları köprüyle eşzamanlı yapılmadığı için TEM’e bağlantı sağlayan bölümü rezalet. Bu yüzden küçük araçlar pek kullanmıyor, mecburen kullanan ağır vasıtalar ciddi sıkıntı çekiyor.

        3. Osmangazi Köprüsü, yapı olarak Yavuz Sultan Selim Köprüsü gibi estetik değil. Hatta kaba saba ama çok işlevsel. Otoyolun Bursa’ya kadar olan kısmı tamamlandığı için Bursa’ya gitmek muazzam kolay olmuş.

        4. Ancak bu kolaylık pahalı bir kolaylık. Otoyol dahil köprüden geçiş 148 TL.

        5. Otoyol pahalı ama yakıt tasarrufu göz önüne alındığı zaman çok da pahalı değil gibime geldi.

        6. Osmangazi Köprüsü’nü Bursa’ya bağlayan otoyol iddia ediyorum, Türkiye’deki en yüksek standartlardaki otoyol. Özellikle Orhangazi sapağına kadar olan bölümdeki asfalt müthiş.

        7. Özel şirketlere ait bu köprülerde otomobiller de sınıflara ayrılmış. Lüks araçlardan daha yüksek geçiş ücreti alınıyor. Haklı bir uygulama diyebilirsiniz. O zaman 1. ve 2. köprülerde de bu uygulamaya geçilsin.

        8. Her iki köprünün otoyollarında bolca tünel var. Tünele geldiğiniz anda hız limiti 70’e düşüyor. Böyle bir saçmalık görmedim. Sürücüler tünele girerken ani fren mi yapacak? Bu limit 90 veya 100 olmalı. Kent içi tünellerde bile hız limiti 70.

        9. Her iki otoyolda da çok şık mola yerleri kurulmuş.

        10. Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün Anadolu tarafında yol bir yerde kapanıyor ve sözde güvenlik için tek şeride düşüp bir mola yerinin içinden geçiyor. Nedenini çözemedim ama güvenlik içinse boşa uğraş. Ben geçerken güvenlik görevlileri Land Rover’larının içinde cep telefonlarında oyun oynuyorlardı.

        11. Sonuç olarak son derece medeni bir yolculuk yaptım. Öyle veya böyle sonuçta gelecek için iyi yatırımlar.

        DÜNYANIN 3. ZENGİNİ BİZDENMİŞ

        TÜRK Tarih Kurumu’nun eski Başkanı Metin Hülagü ciddi adamdır. Boş konuşmaz.

        Demiş ki: “Padişah 2. Abdülhamid döneminin dünyadaki en zengin 3. kişisiydi. Çoğu Alman bankası olmak üzere yabancı Avrupa bankalarında 250 milyon dolara tekabül eden parası vardı. Mirasçıları bu paranın peşine düşsün.”

        Hülagü’nün verdiği bilgi garibime gitti. O dönem

        Osmanlı gırtlağına kadar borçta.

        Borçların ödenebilmesi için yabancı devletlerin kontrolünde Düyun-u Umumiye kurulmuş.

        Dört cephede savaşan ordusu yokluk içinde.

        Ama padişahın 250 milyon doları yabancı bankalarda.

        Ne desem bilemedim.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        İlkelerimizi sadece gücümüzün yettiğine uygulamadığımız zaman.

        Diğer Yazılar