Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İSTANBUL’a yağmur yağdı, herkese eğlence çıktı.

        Sosyal medya komik fotoğraflardan geçilmiyor, WhatsApp’ta herkes birbirine İstanbul’dan sel manzaraları yolluyor.

        Belediyeye yönelik eleştiriler de gırla gidiyor.

        AK Parti hükümetleri de üstyapı yapıp altyapı yapmamakla eleştiriliyor.

        İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin eleştirilecek 100, ne 100’ü 1000, hatta 100 bin icraatını bulurum ve sıralarım size.

        Hükümetin de altyapı hatalarıyla ilgili bir o kadar misal vermek mümkün.

        Ama doğrusunu söylemek gerekirse dünkü yağmur ve sel konusunda belediyeye çatmanın âlemi yok.

        Olağandışı bir doğa olayı meydana geldiği zaman sadece Türkiye’nin değil dünyanın hemen hemen tüm büyük kentlerinde böyle rezillikler meydana çıkıyor.

        Önceki yıl yakın tarihte ilk kez bir kasırga New York’u vurdu hatırlarsanız.

        Deniz taştı, muazzam yağmurlar, seller oldu.

        Aynen bizdeki gibi metroyu su bastı, ama bizdekinin beş beteri, tüneller tavanına kadar su doldu.

        Keza Paris... İki yıl önceydi galiba, bir yağmur, bir yağmur... Paris felç oldu.

        Katman katman metro tünelleri su doldu, seferler günlerce yapılamadı bazı hatlarda.

        Ne yazık ki, büyük kentler çok ender görülen bu tür afetlere uygun altyapılarla kurulmuyor.

        Kırk yılda bir de böyle bir durum ortaya çıkıyor.

        Medeni kentler, bilime değer verilen ülkelerin kentleri oturup projeksiyon yapıyorlar.

        Bu kalıcı bir iklim değişikliği mi, bu yağışlar ve fırtınalar rutin hale mi gelecek, yoksa kırk yılda bir olan bir şey olarak mı kalacak gibi sorunları verilere dayanarak çözmeye çalışıyorlar.

        Mesela New York oturdu hesapladı ve küresel ısınma nedeniyle fırtınaların daha kuzeye kaydığını, yağışların arttığını ortaya koydu.

        Şimdi bir yandan altyapıyı buna göre yenilemeye çalışırken, bir yandan da kısa vadeli önlemler almaya çalışıyorlar.

        Metrolarda su baskınlarına karşı yöntemler geliştiriyorlar.

        Keza Paris öyle...

        İstanbul da eğer bilimsel yönetilen bir şehirse aynısını yapar.

        Bence şu an kızmaya, öfkelenmeye gerek yok.

        Ama her yıl bir iki böyle sel yaşarsak o zaman belediyeye küfür serbest.

        Hem de en sunturlusundan.

        TORUNLARINIZA YAZIK OLACAK

        BU ülke en olmayacak şeyleri bile normalleştirmeye, kanıksamaya ve unutmaya hazır bir ülke haline geldi iyiden iyiye.

        Her şey ama her şey normal.

        En olmayacak şey, kabul edilebilir bir gerçek.

        Son olayımız Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim’in “mekân basması”.

        Bana sorarsanız ayıbın büyüğü.

        Kabul edilebilir tarafı yok.

        Ama kabul ettik bile.

        Geçti gitti.

        Olayın meydana gelmesine neden olan sebeplerde Terim haklı olabilir, karşı taraf haklı olabilir.

        Her ikisi de haksız ya da her ikisi de eşit derecede haklı olabilir.

        Önemli değil.

        Önemli olan şu.

        Türkiye’nin en önem verdiği, en kalabalık kitlelerin peşinde koştuğu spor dalının patronu, Federasyon’un bile üzerindeki adam mafya babası gibi mekân basıyor.

        Dayak atıyor veya dayak yiyor. Biz bunu çok normal karşılıyoruz ve iki günde unutup gidiyoruz.

        Yahu bu bir aniden patlamış sokak kavgası, bir tartışma falan değil.

        Bu rezillik.

        Ne Federasyon’dan ses var, ne Federasyon Başkanı’ndan, ne Spor Bakanı’ndan.

        Tık yok.

        Sanki böyle bir olay olmadı ya da Terim, Türkiye Futbol Direktörü değil.

        Fatih Hoca benim dostum, kırk yıllık tanışım.

        Ama ben bunu açıkçası kabul edemiyorum.

        Ve eğer böyle olayları kabul etmek bu ülkenin alışkanlığı haline gelmişse, bunlar bu ülke için normal hale gelmişse...

        Benden duymuş olmayın ama bu ülkeyi hiç iyi bir gelecek beklemiyor demektir.

        Sizin bu umursamazlığınız sonunda torunlarınız iğrenç bir ülkede yaşayacaklar.

        Haberiniz olsun.

        MEDENİYET NEFRETİ

        ÜÇ gündür Selanik’teyim.

        Selanik’i de temmuz ortasında yağmur basmış vaziyette.

        Selanik’e her geldiğimde yaptığım gibi Atatürk’ün doğduğu evi ziyaret ettim yine.

        Niyeyse o eve her gittiğimde içim huzur doluyor.

        Ve yine her seferinde evin içindeki eşyalara, fotoğraflara bakarken de gözlerim doluyor.

        Bu kez de yine Pembe Evi dolaştım.

        Atatürk’ün ezbere bildiğim yaşam hikâyesini bir kez daha duvarlardaki fotoğraflara bakarak okudum.

        Bir kez daha o fotoğraflardaki o muhteşem adama hayranlıkla baktım.

        Nineleri, dedeleri, anaları, babaları Atatürk ve silah arkadaşları sayesinde tecavüze uğramaktan kurtulmuş olanların bugün Atatürk’e kustukları nefretin ve kinin nedenini bir kez daha anladım.

        Mustafa Kemal onlardan o kadar uzak, o kadar ileride ki, o kadar aydınlık bir dünyanın insanı ki, bu alçaklar elbette ondan nefret edecekler.

        Çünkü onların asla olamayacağı birini, onların asla ulaşamayacağı bir insanlık ve kültürü temsil ediyor.

        Atatürk’ten nefret etmekte haklılar.

        Medeniyetten o kadar uzak olsaydınız ve o medeniyete asla ulaşamayacağınızı bilseydiniz siz de o medeniyeti temsil eden insanlardan nefret ederdiniz.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Ulaşamayacağı ciğere murdar diyenler sadece kediler olduğu zaman.

        Diğer Yazılar