Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        REZA Zarrab’ın ABD’de tutuklanıp hapse atılması ve hakkında dava açılması sonrası gelişmeleri Türkiye çok yakından izliyor, biliyorsunuz.

        Davaya önce eski Bakan Zafer Çağlayan’ın adı dahil edildi, şimdi “bakanlar” denilerek başka bakanların da savcılığın iddianamesinde yer alacağı konuşuluyor.

        Türkiye’de iktidar kanadı, bu davayla ilgili gelişmelere “şüpheyle” bakıyor.

        Konuştuğum AK Parti’ye yakın bir isim, dava süreciyle ilgili olarak partide oluşan şüpheleri sıraladı:

        - Zarrab Davası’na bakan savcılık ofisi şu anda Türkiye’den kaçmış FETÖ’cü polis ve savcılarla birlikte hazırlıyor dosyayı.

        - FETÖ’cü savcı ve polisler, Türkiye’de 17-25 Aralık sırasında gündeme getirdikleri iddiaları içeren çok sayıda dosyayı beraberlerinde götürdüler.

        - Bu dosyaları Türkiye’yle sorun yaşayan pek çok ülkenin istihbarat servisleri ve hükümet yetkilileriyle paylaştılar.

        - Sadece ABD’de bu dosyalar bir karşılık buldu ve Zarrab Davası’na dahil edilmesi için uğraşılıyor.

        - FETÖ’cü savcı ve polisler, yaklaşık 4 aydır New York’taki savcılık ofisinde bilfiil savcının ekibiyle birlikte çalışıyorlar.

        - Bu davada federal savcının ortaya koyacağı iddianame büyük ölçüde FETÖ tarafından kaleme alınmış olacak.

        - FETÖ bu dava yoluyla Türkiye’ye hem ekonomik hem de siyasi darbe vurmayı planlıyor.

        İktidar partisinin ABD’deki Zarrab davasıyla ilgili bu kuşkularının ne kadarı gerçekleşecek, bilmek şimdilik mümkün değil.

        Ancak ABD’de etkin bir lobi gücü olan FETÖ’nün bu davaya kayıtsız kalmayacağını tahmin etmek güç olmasa gerek.

        **************

        ‘ÇOK AĞIR OLUR’UN ANLAMI

        CUMHURBAŞKANI Erdoğan daha ne kadar net konuşabilir bilmiyorum.

        İstifası istenen belediye başkanlarıyla ilgili kendisine bir soru sorulduğu zaman her seferinde çok net yanıtlar verdi.

        “Yok öyle şey” falan demedi.

        Bu konuyla ilgili son cümlesi ise şu: “Eğer istifa etmezlerse bedeli çok ağır olur.”

        Cumhurbaşkanı’nın bu yanıtının akla getirdiği ise benim 5 Ekim tarihli yazım oluyor.

        İki hafta önce, bu istifa talepleri ilk gündeme geldiği ve bazı yorumcuların, “Direnecekler, istifa etmeyecekler” dediği günlerde şöyle yazdım:

        “Dİ RE NE MEZ LER. Pazarlık edebilirler, zamanlama konusunda bir kolaylık isteyebilirler, istifanın onur kırıcı bir şekilde olmaması için ricacı olabilirler, ‘Hastane raporu alıp sağlık sorunlarımı gerekçe göstererek bırakayım’ falan diyebilirler.

        Bunların hepsi mümkün.

        Ama ‘İstifa falan etmiyorum’ diyemezler.

        Direnen, ‘İstifa etmiyorum’ diyen olursa, parti yönetimi bundan dolayı üzülmez, geri adım falan da atmaz.

        Çünkü yönetimin elinde çok iyi bir ‘koz’ var.

        Kozun adı FETÖ.

        Direnen olursa, hemen FETÖ bağlantısı ortaya dökülür.

        Verilen bir arsa, yapılan bir yardım, sağlanan bir kolaylık, FETÖ liderine zikredilmiş bir övgü, bir Pennsylvania gezisi, ziyaret edilmiş bir FETÖ okulu, FETÖ okuluna gönderilmiş bir çocuk veya torun, FETÖ’cülerle yapılmış bir telefon konuşması ve tabii telefonda bulunacak veya çoktan bulunmuş bir ByLock.

        Bunlar ortaya konulur ve yargı zaten gereğini yapar, istifa etmiş bir başkan olmak varken, FETÖ’cülükten içeri atılmış eski başkan oluverirler bir anda.

        İktidar partisi bundan hiç de gocunmaz, hatta tam aksine ‘FETÖ’nün siyasi ayağıyla mücadele edilmiyor’ eleştirilerini de ortadan kaldırır, kendi partisinde de temizlik yapan güçlü bir konuma yükselir. Hatta bu konum, muhalefet partilerinin belediye başkanlarına da dokunabilmenin yolunu ardına kadar açar.”

        Anladınız mı “Çok ağır olur”un ne demek olduğunu.

        **************

        KİRALAMALAR DA DAHİL Mİ?

        BAŞBAKAN Binali Yıldırım çok ilginç bir cümle sarf etti.

        “Kamuda şaşaa, debdebe bitiyor.”

        Bu cümleyi, üç gün önce biz söylesek, işitmediğimiz laf kalmazdı muhtemelen.

        Ama Allah’tan Binali Yıldırım samimi bir Başbakan.

        Gözün gördüğünü gözden saklama ihtiyacı hissetmeden gayet güzel bir şekilde durumu anlatmış.

        “Maalesef vardı ama artık olmayacak” diyor aslında.

        Makam araçları konusunda da “Artık alınmayacak” diyor Başbakan.

        Elbette kamu hizmetlerinin aksamaması için gerekli olanlar alınacaktır, ama Mercedes S’ler, Audi A8’ler, belediye başkanlarına, kurum yöneticilerine ultra lüks araçlar en azından bir süre satın alınmayacak olarak okuyorum ben bunu.

        Ama bir şeye dikkat çekmek istiyorum.

        “Kiralamalar da buna dahil mi?”

        Çünkü son zamanlarda lüks araçların hiçbiri satın alınmıyor.

        Belediyeler de, devlet kurumları da en lüks otomobilleri bile finansal kiralama yöntemiyle ediniyor.

        Yarın öbür gün birilerinin altına çekilmiş süper lüks otomobilleri görürsek “Satın almadık, kiraladık” yanıtını duymak pek de hoş olmaz.

        **************

        TÜRKMEN DEĞİL TÜRK

        IRAK ve Suriye’de yaşayan Türklere, her niyeyse “Türkmen” diyoruz.

        Bu son derece yanlış bir tanım.

        Türkiye’de yaşayan Türkler, Orta Asya’da yaşayan Türkler ne kadar Türk’se, Irak ve Suriye’de yaşayan Türkler de o kadar Türk.

        Peki biz niye bunlara Türkmen diyoruz?

        Çok basit.

        Bir İngiliz politikası sonucu.

        Emekli diplomat, BM UNDP yöneticilerinden sevgili dostum Üner Kırdar, ki kendisi de bir Kerküklü Türk’tür, bunun Lozan görüşmeleri sırasında Lord Curzon tarafından icat edilmiş, uydurulmuş bir tanım olduğunu söyler hep.

        Türk tarafının Misak-ı Milli ısrarı ve o bölgede de Türklerin yoğun olduğu iddiası üzerine Curzon, “Onlar Türk değil, Türkmen” der ve Lozan sonrasında güney komşularımızda kalan Türkler, bir anda “Türkmen” oluverirler.

        Oysa hepsi, en az bizim kadar, hatta bizden bile fazla su katılmamış “Türk”tür.

        En azından Türkiye artık bu akrabalarımıza “Türkmen” demekten vazgeçsin.

        Ayıp oluyor.

        **************

        AZ DEĞİL AMA ÇOK DEĞİL

        İDEAL çift gibi görünen çiftlerin boşanma süreçlerindeki “tatsızlıklar” çok daha üzücü oluyor.

        Demet Şener-İbrahim Kutluay çifti de, evliliklerindeki sorunlar ortaya çıkmadan önce böyle bir görüntü çiziyorlardı.

        Sonrasında boşanma kararı aldılar.

        Nedenlerini anlatacak halim yok.

        Zaten aleni.

        Ancak İbrahim Kutluay süreci uzatıyor.

        Gerekçesini ise Demet Şener’in “çok para istemesi” olarak gösteriyor.

        Şener’in talep ettiği para, gazetelerden okuduğum kadarıyla 8 milyon TL imiş.

        Bu pek çoğumuz için büyük para olabilir. Kimilerimiz bu parayı ömür boyu kazanamayacak olabiliriz ama ölçü bu değil.

        İbrahim Kutluay’ın basketboldan 1 yılda kazandığı para bile değil aslında.

        İstanbul’un iyi bir semtinde bir apartman dairesi parası.

        16 yıllık eşine, iki çocuğunun annesine bu parayı verip gitmek mi iyidir...

        Yoksa her gün manşetlerde kendini görmek mi?

        Hani Demet Şener kendisini aldatmış olsa, “Kızgın ve hırs yapmış” deyip tavrını anlamak mümkün olabilir, ama ortada böyle bir şey de yok.

        İbrahim Kutluay gibi dünya beyefendisi birinin oturup salim kafayla bir değerlendirme yapmasını tavsiye ederim.

        **************

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Golü yemenin, tehlikeyi atlatmanın bir yolu olduğunu anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar