Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BAŞKANLIK sistemini getiren Anayasa referandumu öncesi, en yoğun eleştirileri alan maddelerden biri, Anayasa Mahkemesi üyelerinin büyük bölümünün iktidar partisi ve Cumhurbaşkanı tarafından atanacak olmasıydı.

        Çok konuşuldu, çok eleştirildi.

        Bu eleştirilere karşı AK Partililerin ve değişiklikten yana olanların, yani “Evetçilerin” söylediği ise şuydu:

        “Evet ama Anayasa Mahkemesi üyelerinin görev süreleri Cumhurbaşkanı’nın görev süresinden daha uzun. Yani her Cumhurbaşkanı, başka Cumhurbaşkanı’nın atadığı üyelerle çalışacak. Öyle her istediğini yaptıramayabilir.”

        Yerinde bir savunmaydı ve bir ölçüde ikna ediciydi.

        Tabii ikna olmayanlar yine olmadı.

        Fakat kadere bakın ki daha başkanlık sistemine geçilmeden Anayasa Mahkemesi’nin bu durumu test edildi.

        Büyük bölümü AK Parti kökenli Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve aynı zamanda AK Parti Genel Başkanı da olan Cumhurbaşkanı Erdoğan döneminde atanmış Anayasa Mahkemesi heyeti, Cumhurbaşkanı’nın ve partisinin hiç de hoşuna gitmeyen bir karar verdi.

        Ve Anayasa Mahkemesi bir ölçüde de olsa, çok kritik olmayan bir konuda da olsa o zaman ikna olmayanların gözünde şimdilik “sınıfı geçti”.

        Ancak bu kez ortaya başka bir sıkıntı çıktı.

        Yargı, en yüksek yargı organı olan Anayasa Mahkemesi’nin kararına “Uymuyorum, var mı diyeceğin?” deyip işin içinden çıktı.

        Hadi şimdi uydur uydurabilirsen.

        Muhtemelen iç yargı yolları tükendiğine göre AİHM’ye gidecektir sanıklar.

        Oradan da Anayasa Mahkemesi benzeri bir karar çıkması muhtemel.

        Uyarlar mı?

        Uymazlar elbet.

        Uysa da uymazlar, uymasa da uymazlar.

        Öderler tazminatı biter gider.

        Demek ki, mesele yüksek yargının siyasallaşması değil.

        Tek bir noktası bile siyasallaşınca yetiyor.

        Aynen zincir gibi.

        En zayıf halka, zincirin sağlamlığını belirliyor.

        ***********

        DUMANLI BİR DURUM

        PEK yakındır ki, Abdullah Gül’ü “FETÖ’cü de ilan edecekler”.

        Hükümet yanlısı medyanın hükümetten daha hükümetçi kalemleri ve bazı milletvekilleri, bunu ima etmeye başladılar bile.

        Bunda bir acayiplik yok da acayip olan firari FETÖ’cü eski Zaman Gazetesi Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın internet ortamına düşen konuşmaları.

        Dumanlı sanki Gül’ü FETÖ’cü ilan etmek isteyenlerin değirmenine su taşır gibi bir hava içinde, “Abdullah Bey, bana ‘Hocaefendiyi çok özlemiştim’ dedi” şeklinde bir video hazırlayıp internete koymuş.

        Dumanlı henüz itirafçı olmadığına göre bu videonun ne anlama geldiğini çözen biri bana da anlatsın.

        ***********

        YİYORSA ÇIKIN ORTAYA

        DÜNKÜ yazım üzerine “Ekşi Sözlük denilen ‘pislik çukurunda’ bana hangi hakaretleri düzdüler?” diye şöyle bir bakayım dedim.

        Kimi “Doğru söylemiş” demiş, kimi de “Levent Kırca’yı rahmetle anıyorum” diye başlamış.

        Ekşi Sözlük’ün takma isim arkasına saklanarak yazan “şerefsizlerine” yine iki lakırdı edeyim.

        Adını vermeden, karanlıktan birilerine hakaret etmek, bırak hakareti gizlenerek, kimliğini saklayarak eleştiri yapmak “olabilecek en aşağılık” durumdur.

        Haysiyetli insanlar bir şey söyleyecekleri zaman ortaya çıkıp söylerler.

        Haysiyetsizler ise karanlık köşelere saklanır, oradan bağırırlar.

        Bana yazdığınız her eleştiri kabulümdür.

        Bir şartla. Kim olduğunuzu açıklamanız, adınızla sanınızla yazmanız kaydıyla.

        Yoksa ben nereden bileyim bana söven birinin en adi satılmış olmadığını.

        Nickname arkasına saklanan bir Ekşi Sözlük yazarının çocuk tacizinden hüküm giymiş bir rezil olmadığını.

        Rüşvet almakla suçlanan bir politikacı olmadığını.

        Vergi yüzsüzleri listesinin tepesindeki bir haysiyetsiz olmadığını.

        Yalakalığın dibine vurmuş bir siyasetçi kuyruğu olmadığını.

        Vatanı satmış bir rezil olmadığını.

        Ben nereden bileyim.

        Sıkıyorsa o karanlık nickname çukurundan değil, adam gibi adınızla sanınızla yazın.

        Var mısınız “gizli şerefsizler”?

        Var mısınız takma adlı utanmazlar?

        ***********

        TERBİYE MESELESİ

        BİR Levent Kırca’dır gidiyor Ekşi Sözlük tarzı izansızların ağzında.

        Yıllar önce konuk ettiğim bir programda bana türlü hakaret etti diye.

        Diriyken de konuşmadım, ölüyken de arkasından konuşmam Kırca’nın. Terbiyem müsaade etmez.

        Bilen zaten bilir ne olduğunu.

        Bilmeyene anlatmak da bana düşmez bu saatten sonra.

        En muhalif geçindiği günlerde kendisine konuşma fırsatı veren “tek adamın” programına çıkıp ona “Yalaka” demek ne kadar inandırıcıydı, ona izanı olanlar karar verir.

        İşçi Partili olduğunu söylüyordu hep Levent Kırca.

        Peki “Bugün hayatta olsaydı genel başkanı Doğu Perinçek’e ne derdi acaba?” diye sormak isterim bir gün öbür tarafta karşılaşırsak.

        ***********

        ÖĞRETME YETKİSİ

        CUMHURBAŞKANI Erdoğan’ın “doçentlik”le ilgili açıklamasına pek çok farklı tepki geldi.

        Geneli “eleştiri”.

        Erdoğan “Doktorasını alan herkes doçent olacak” dedi diye kıyamet kopuyor.

        Elbette ki, bu konuda belirleyici olanın Cumhurbaşkanı değil, eğitimle ilgili kurumlar olması gerekir ama bana göre Cumhurbaşkanı’nın söylediğinde bir “mantıksızlık” yok.

        Çünkü “doçent”, üniversitelerin kuruluşu kadar eski, yani neredeyse 900 yıllık bir terim.

        Latince kökenli.

        Ve çok açık biçimde “öğretme yetkisine sahip kişi” anlamına geliyor.

        Yani üniversitede öğrencilere bir şey öğretme konusunda yeterli eğitimi alarak üniversitede eğitmen olma hakkını kazanan kişiler “doçent” olarak tanımlanıyor.

        ***********

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Üniversitelerimiz medyada yer almak için ödül vermediği zaman.

        Diğer Yazılar