Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kendimi asla ve asla Türkiye entelijansiyasının bir mensubu olarak göremem, haddimi bilirim.

        Ama Türkiye’in dar entelijansiyasının hakiki unsurlarını iyi bilirim pek çoğunu tanırım, önemli bir bölümü dostumdur ve kendilerinden çok şey öğrenmişimdir.

        Ve Kadir Mısıroğlu olarak tanınan zatın, bu dar entelijansiya içinde kör kuruşluk bir kıymeti harbiyesi olmadığını bilecek kadar bu zümre ile ilişkilerim vardır.

        Bu haddini bilmez yarı aydına haddini bildirmeyi ise bizzat yapmaktansa, Oxford Üniversitesi öğretim üyesi Dr. T.S. Nefes’e bırakmayı tercih ederim.

        Bakın Sosyolog

        Dr. Türkay Salim Nefes, Kadir Mısıroğlu’nun hezeyanlarını nasıl yorumluyor:

        “Cehalet ve Yahudi karşıtlığı ilişkisini Kadir Mısıroğlu’nun Ziya Gökalp yorumu üzerinden basitçe tanımlayacağım. Bunu yaparken de Adorno’nun yarı-bilmek (semi-erudition) kavramını kullanacağım. Öncelikle, Adorno ile baslayarak yarı-bilmeyi açıklayayım. Adorno’ya göre yarı-bilmek kişinin elde ettiği bilgiyi bir inanç sistemi üzerinden değerlendirip yanlış sonuca ulaşmasıdır. Örneğin, astroloji yani burç yorumları, astronominin bilimsel olarak kanıtlanmış bilgilerini ele alıp bunları bilimsel olmayan bir inanç silsilesiyle ilişkilendirdiği için yarı-bilgidir. Bir başka deyişle, yarı-bilmek bilmediğini bilmemektir, yani cehalettir.

        Adorno bunu şöyle ifade eder: ‘Yarı bilen astroloji veya ırkçılık gibi bilimdışı inanç sistemlerini halka üstünlük taslamak ve saygı uyandırmak için kullanır. Çünkü bu bilim-dışı bilgi ona “aydın” sıfatını verir.’

        Kadir Mısıroğlu’nun yarı-bilgisini Ziya Gökalp üzerine söylediklerinden anlamak mümkün. Mısıroğlu şöyle diyor: “Ziya Gökalp’i Türkçüler adam zanneder, Ziya Gökalp’in Türkiye’ye naklettiği sosyoloji, dini bütün metafizik hakikatleri ile âdeme mahkûm eden bir sistemdir. Durkheim sosyolojisidir. Durkheim bir Yahudi’dir. Bir Yahudi’nin sistemini Ziya Gökalp Türkiye’ye adapte etmiştir. Ziya Gökalp Kürt’tür, Türkçülük yapar. Kürtçülük yapan Bedirhanzade’ler Arap’tır. Abbasi hanedanlığındandır. Bu işler, biraz karışıktır. Bazı insanlar, bazı maksatla, bazı davaları güderler. İman adamı olmak başka şeydir, siyaseten bazı davaları gütmek başka şeydir.

        Buradaki cehaleti, yani yarı-bilgiyi görmek Ziya Gökalp üzerine yaptığım akademik araştırmalar sayesinde bana nasip oldu. Mısıroğlu her yarı-bilen gibi bir takım bilgiyi bir inançla birleştirerek yanlış sonuca varıyor. Zira, Gökalp üzerine söylediği ilk iki cümle doğrudur. Gökalp Emile Durkheim sosyolojisini takip ederek toplumun din sayesinde var olabildiğini ortaya koymuştur. Ayrıca, Gökalp’in üzerinde Durkheim etkisi çok büyüktür, zira Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk liseler için Sosyoloji kitabını yazma görevi verilen ama vefatından ötürü sadece giriş bölümünü yazan Gökalp giriş bölümünde şunu söyler: bu kitaptaki teori alıntıdır, çünkü Durkheim’indir, ama calışmanın araştırma alanı yenidir, çünkü Türkiye’dir. Mısıroğlu bu bilgiyi kendi Yahudi nefreti ile birlestirip yarı-bilen haline gelmektedir, çünkü ona göre Durkheim Yahudi’dir, Gökalp Kürt’tür ve bu yüzden de ikisi de zararlıdır. Öncelikle, Durkheim Yahudi kökene sahip olsa da hayatı boyunca laik bir yapıda yaşamış bir insandır ve kökeniyle ilgili herhangi bir çalışma yapmamıştır. Çünkü Durkheim dini topluma mahkum eden bir teori yaratmıştır. Eğer çok dindar bir Yahudi olsaydı, bunu ortaya koyamazdı. İlaveten, Ziya Gökalp Türk ile Kürt’ü ayırmanın mümkün olmadığını ileterek aslında ne kadar ileri görüşlü olduğunu ve bugünkü durumu 100 yıl öncesinden ortaya koydu. Gökalp’e göre Türkler ve Kürtler yüzyıllarca beraber yaşayarak ortak bir kültür kurmuşlardır. Dolayısıyla, ‘Kürt’ü sevmeyen Türk, Türk değildir; Türkü sevmeyen Kürt’te, Kürt olamaz.’

        Gökalp şunu da ekleyerek Mısıroğlu’nun cehaletini ortaya koymaktadır: ‘Ben Türk’üm, ama etnik olarak atalarım Kürt veya Arap olsa dahi, ben kendimi Türk sayarım, çünkü ben Türk olmayı bu kültürün içinde büyüyerek öğrendim.’

        Özetle, Ziya Gökalp, Durkheim sosyolojisinden faydalanarak neden Türklerle Kürtlerin bu kadar yüzyıl beraber yaşadıklarını açıklamıştır. Bunu yaparken de ortak kültür kurmalarının altını çizmiştir. Mısıroğlu gibi insanlar aldıkları yarı-bilgiyi ırkçı fikirleriyle harmanlayarak hayali sonuçlara erişiyorlar. Bunun tehlikesi de şu: Ziya Gökalp veya Durkheim’i bilmeyen insanlara kendini münevver gibi gösterip ırkçılığa teşne hale getiriyor.

        Bunları Gökalp ve Durkheim üzerine akademik olarak çalışmış olduğum ve bu yalanı açıkça gördüğüm için paylaşmak istedim, çünkü Nazi örneğinde görüldüğü üzere ırkçılık makbul hale geldiğinde geri dönüşü olmaz. Gerçek bölücülük budur. Gökalp 100 yıl öncesinden bunu görüp Mısıroğlu gibilerin iftirasına dayanıklı metinler yazmıştır. Mısıroğlu’nu 10 yıl sonra umarım kimse hatırlamayacaktır, çünkü hatırlaması bu ülkede ırkçı nifak tohumunun yeşerdiğini gösterir.

        ***

        Alnından öpülen konsolos ve müstehak bir lider

        CHP Genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik en önemli eleştirilerimden biri Faruk Loğoğlu, Osman Korutürk gibi devasa diplomatları parti listelerinden atıp, yerine Ahmet Davutoğlu’nun alnından öptüğü Musul konsolosu gibi tiplere partinin dış politika meselelerini teslim etmesi olmuştu.

        Sonra bu eleştirilerime son verdim.

        Çünkü anladım ki, herkes kendi seviyesinde adamlarla çalışmayı tercih ediyor.

        Ama görülen o ki, kalite çok düşükse bu bile yürümüyor.

        CHP bir süre önce eski Musul konsolosu olan milletvekili ile ilişkisini kopardı ve bu zatı partiden ihraç etti.

        Davutoğlu’nun alnından öptüğü konsolos o gün bugündür CHP’ye ve yönetimine ağzına geleni söylüyor.

        Son cümlesi ise Kılıçdaroğlu’nun 15 Temmuz darbe girişimi gecesi “Tüydüğü” iddiası.

        İyi de, alnından öpülmüş konsolos bey.

        O sırada sen de CHP milletvekili idin.

        Sen ne halt ettin.

        Sen neredeydin.

        Boğaz köprüsünde şehit düştün de bizim mi haberimiz olmadı!

        Hadi şehit veya gazi olmadın.

        Madem Kılıçdaroğlu tüydü ve sen bunu içine sindiremedin.

        Niye 16 temmuz sabahı partiden istifa etmedin.

        Hadi istifa etmedin.

        24 Haziran seçimlerinde tüymekle suçladığın adamın teklifini kabul ederek niye bir kez daha aynı genel başkanın milletvekili oldun.

        Bu mudur senin adamlığın.

        Fakat yine de sana kızamıyorum..

        Çünkü Kılıçdaroğlu tüyüp tüymedi mı bilmiyorum.

        Ama tüm bunlara müstehak olduğundan hiç şüphem yok.

        Osman Korutürk’e, Faruk Loğoğlu’na ve Namık Tan’a seni tercih eden düzey, senin söylediğin her şeyi hak ediyor demektir.

        ***

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Güvenebildiğimiz zaman.

        Diğer Yazılar