Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Corona hem insanları hem ekonomileri vuruyor.

        Türkiye’de, Avrupa’da, dünyada üretim duruyor, sosyallik bitiyor.

        Biz de durum farklı değil.

        Her gün yeni yasaklar açıklanıyor.

        Hiçbiri için “haksız” diyemeyeceğim yasaklar.

        Ama her yasakla beraber iş kolları çöküyor, ekonomik hareketlilik yavaşlıyor, zaten tekleyen ekonomi iyice tökezliyor.

        Üretim devi ve uzun yılların büyüme şampiyonu Çin bile küçülüyorsa varın gerisini siz hesaplayın.

        Amerika, Avrupa peş peşe ekonomik paketler açıklıyorlar.

        Sistemlerin çökmesine engel olmaya çalışıyorlar.

        Türkiye’de ise henüz bir paket yok. Bu hafta içinde bir şeyler olması bekleniyor.

        Ancak bu büyük ekonomik tabloya bakarken bir şeyi gözden kaçırıyoruz.

        Ekonomi dediğin o devasa şey aslında bizim gibi küçük küçük milyonlarca insanın ortak hareketlerinden oluşuyor.

        Ve şu anda ekonomi değil, insanlar batıyor.

        Her duran iş kolu, her yasaklanan faaliyet alanı, her kapatılan müessese ekonomiyi oluşturan o küçük küçük insanların işsiz ve aşsız kalmasına neden oluyor.

        En küçüğünden “Restoranlar kapansın” dendiği anda yüzbinler işsiz.

        Onlara mal veren, onlar için üretim yapanlar küçülecek.

        Bir işsiz ordusu da orada.

        Şirketleri, büyük kuruluşları, sektörleri düşünen çok olacaktır.

        Onlar için dolu dolu paketler açıklanacaktır muhtemelen.

        Peki ya o insanlar!

        Eve ekmek götürmek zorunda olan analar ve babalar.

        Onlar ne olacak!

        Aldığı asgari ücretin üzerine, bahşişlerden gelen parayı koyarak aile geçindiren garson, sattığı ürün başına prim alan satış görevlisi; onlar ne olacak!

        Şimdi kimse bana “Onlara ayrılacak kaynak mı var. Durum belli. Biz şirketleri kurtarırız, şirketler de onları” demesin.

        Bu insanlara bir nefes aldıracak, bu salgın sırasında aşlarını kaynattıracak bir para devletin elinde mevcut.

        Üstelik bu para onların parası, garsonun, tezgahtarın, temizlik görevlisinin...

        O paranın adı “İşsizlik Fonu”.

        Sokun o fonu devreye.

        Gerekirse dibine kadar dağıtın.

        Bugün kara gün.

        O paralar kara gün için.

        *

        Ahır

        Umreden dönmüş.

        Devlet corona getirdiyse ona buna bulaştırmasın diye, öğrenci yurdunda karantinaya almış.

        O yurttaki öğrenciyi de apar topar çıkarıp memleketine yollamış.

        Talebenin yatağında yatacaklar odaya giriyor ve beğenmiyor.

        Ar denen şeyden nasibini almadığı için şöyle diyor: “Burada kalınır mı yahu, ahır gibi burası.”

        “Ahır” dediği yer birimizin evladının 4 yıl boyunca yatıp kalkacağı ve onu oraya türlü yokluk içinde yollayan ana babasına bir diploma gösterebilmek için kalacağı yer.

        Umreci beğenmiyor.

        “Ahır gibi” diyor.

        Belki de haklı.

        O girdiği için artık orası ahır olmuştur.

        Öğrenci geri gelince yeniden yurt olur!

        *

        Diyanet sonunda

        Diyanet İşleri sonunda hatadan bir nebze olsun döndü.

        Toplu namazları yasaklamadı ama en azından “Gitmesiniz de olur” diyebildi.

        Diyanet İşleri diyorum ama dikkat ederseniz Diyanet İşleri Başkanı diyemiyorum.

        Çünkü Diyanet bu kararı ona rağmen aldı.

        Daha doğrusu bu karar Diyanet’e rağmen aldırıldı.

        Murat Bardakçı günlerdir “Toplu namazlar yasaklanmalı” diye arıyor.

        Pazar akşamı Teke Tek Bilim sırasında “Toplu namazlar yasaklanmalı, Bu Diyanet İşleri ne bekliyor” diye mesajlar attı.

        Ben de okudum yayında.

        Çünkü ben söyleyince “Sen ne anlarsın” diyor bazıları.

        Celal Şengör söyleyince “O zaten ateist” oluyor.

        Ama Murat Bardakçı söyleyince diyecek bir laf bulamıyorlar.

        Murat bu açıklamayı bile yetersiz buluyor ama “Hiç yoktan evladır” dedi dün.

        Ben ise meseleye başka bir açıdan bakıyorum.

        Dün bir okurumun söylediği gibi, muhafazakar bir iktidarın bara pavyona gidenleri coronadan korumak için gayret gösterip, camiye gidenlere ne haliniz varsa görün demesi biraz garipti.

        Bu garabet biraz olsun giderildi.

        *

        Aşı karşıtları neredesiniz!

        “Artık dünya aşıdan vazgeçiyor, Avrupa’da aşı maşı yok, İsrail aşıyı rafa kaldırdı. Almanya’da aşı mecburi değil. Çocuklarınızı aşılatmayın sakın” gibi cümleleri son yıllarda sıkça duyar olmuştunuz değil mi?

        Hele hele bunların arasında hekimlikle elde edemediği şöhret ve parayı böyle saçma sapan konuşup egzantrik kitaplar yazarak elde etmeye çalışanların olması bazılarının kafasını iyice karıştırıyordu.

        Aksini söyleyip “Sakın bu yalanlara inanmayın, Avrupa’nın tamamında aşılar mecburi. İsrail’de herkes aşılanıyor” diyenleri “İlaç kartellerinin adamı” diye damgaladıkları için de sadece benim gibi birkaç salak “Kanmayın bu palavralara. Çocuklarınıza aşı yaptırmayı ihmal etmeyin. Aşı önemlidir ve gereklidir” diyebiliyordu.

        Peki şimdi soruyorum o aşı karşıtlarına “Yarın bir corona aşısı bulunsa yaptırmayacak mısınız, çocuklarınıza bu aşıdan öncelikli olarak bulabilmek için elinizden gelen her şeyi yapmayacak mısınız?”

        Bu palavracıların hepsi şimdi Godot’yu bekler gibi aşıyı bekliyorlar emin olabilirsiniz.

        *

        Hastalığa değil, inanca zarar

        Corona salgın hastalıkların ne ilki ne de sonuncusu olacak.

        Dünyanın bilinen tarihi Roma İmparatorluğu’ndan bu yana pek çok salgın öyküsü ile dolu.

        Vebanın İlkçağ’dan bu yana yani son görüldüğü 20. yüzyılın ilk günlerine kadar farklı dönemlerde neden olduğu salgınlarla toplamda en az 200 milyon kişiyi öldürdüğü tahmin ediliyor.

        En etkili olduğu Ortaçağ’da o günkü dünya nüfusunun yaklaşık üçte birini ortadan kaldırdığı varsayılır.

        19. yüzyılda İngiliz sömürgecilerin Hindistan’dan alıp önce Asya’ya, sonra dünyaya yaydıkları koleranın aldığı canların sayısı da milyonlardır.

        Amerika’da ortaya çıkmasına rağmen 1. Dünya Savaşı’nın sonunda dünyaya yayılan ve adı İspanyol Nezlesi olarak bilinen ilk H1N1 virüsünün o dönemden 20 ama muhtemelen 100 milyon arasında ölüme neden olduğu söylenir.

        İlginizi çektiyse bu salgınları daha geniş bir biçimde yazarım.

        Ama asıl söylemek istediğim şu:

        Bu salgınların dünya üzerinde sosyal etkileri çok derin olmuştur.

        Özellikle veba Avrupa’da Kara Ölüm olarak hortladığı 14. ve 15. yüzyılda kiliseyi çökertmiştir.

        Vatikan’ın ve Kilise’nin tüm iddialı tavırlarına rağmen veba karşısındaki aczi ve bilime yenik düşmesi Avrupa’da düzeni kalıcı olarak değiştirmiş, Katolik kilisesi karşısında reform hareketinin temelini atmıştır.

        O yüzden hiç kimse palavralarla, hurafelerle salgın hastalıklara savaş açmasın.

        Hastalığı yenemez ama inancı alaşağı ederler.

        Haberleri olsun.

        NOT: İnsanlık tarihindeki salgınları merak ediyor ve ilgileniyorsanız mail atın. Ben de size Prof. Dr. Nuran Yıldırım’dan naklen geniş bir biçimde anlatayım.

        *

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Cehaletin eninde sonunda kaybetmeye mahkum olduğunu anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar