Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Gerek okurlardan gelen mesajlarda, gerekse sosyal medyada en çok konuşulan konulardan biri: “Niye Türkiye corona aşısı üretmek için bir çalışma içinde değil?”

        Aslında Türkiye aşı konusunda geçmişte çok ciddi çalışmalar yapan bir ülke olmuş.

        Osmanlı’nın son döneminde başlamış bu çalışmalar.

        Aşı araştırmaları ve üretimi yapılmış. 18. yüzyılda başlayan bu çabalar sırasında özellikle ilk çiçek aşısının tam bir formülasyon şeklinde olmasa da Türkiye’de üretildiği, çiçek hastalığı döküntülerinden elde edilen sporların çiçek hastalığının tedavisinde kullanılması ile mortalitenin düşürüldüğünün anlaşılması üzerine Sefire Lady Montague’nün bu aşıyı Türkiye’den Avrupa’ya götürdüğü biliniyor.

        Çiçek aşısının keşfine kadar bu yöntem tüm dünyada kullanılıyor.

        Abdülhamid döneminde de farklı aşıların üretimi için Pasteur’ün ekibiyle ortak çalışmalar var.

        Cumhuriyet’in ilk yıllarında bu çalışmalar sürüyor. Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam aşı üretimine özel bir önem veriyor.

        Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü içinde aşı fabrikaları kuruluyor.

        Ancak Demokrat Parti döneminde, muhtemelen dış baskılar sonucu Türkiye aşı üretimini yavaşlatıyor, araştırmalar durduruluyor ve üretim fiili olarak bitiyor.

        Şimdilerde yeniden bazı faaliyetler var ama yeterli değil.

        Gelelim niye aşı üretmiyoruz sorusunun yanıtını aramaya.

        Bu işleri devletten çok özel laboratuvarlar yapıyor şimdilerde. Devletler de bunları destekliyor.

        Bakın size komik bir şey anlatayım. Komik mi trajik mi siz karar verin.

        Biliyorsunuz bugünlerde Corona ile uğraşıyoruz.

        Türkiye’de bu işlerle uğraşan bir firma var.

        Adı Anatolia Genetik.

        Bu firma şimdilerde corona virüs tespit kiti üretiyorlar.

        Yani corona şüpheli hastalarda virüsün olup olmadığını ortaya çıkaran bir test.

        Bir Türk firması olan bu Anatolia Genetik şu anda dünyanın 10 farklı ülkesine corona virüs tespit kiti ihraç ediyor.

        Ancak bir ülkeye giremiyorlar bir türlü.

        O ülke hangisi biliyor musunuz?

        Söyleyeyim de ister gülün ister ağlayın.

        O ülke Türkiye.

        Yerli ve milli corona kiti 10 ülkeye gidiyor Türkiye almıyor.

        Sonra siz sorun kendinize “Bizde niye aşı üretilmiyor” diye.

        Üretip ne yapsınlar!

        Kendilerine mi aşı yapsınlar!

        *

        Taviloğlu” 4-5 gün kapatalım

        AVM’lerin kapatılması konuşuluyor.

        AVM’lerde ve AVM’lerdeki dükkanlarda çalışanlar haklı bir rahatsızlık içindeler.

        Önceki gün arayan Mustafa Taviloğlu perakende sektörünün gerekeni yapması için bir çağrı yapmak istedi.

        “En azından 4-5 gün bütün dükkanları kapatmaya ben hazırım. Bunu yapmak lazım” dedi.

        Ben bundan çok emin olamıyorum.

        Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu’nun vermesi gereken bir karar olarak görüyorum.

        Ancak okulların da tatil olduğu bu dönemde AVM’lerin en azından yeme içme bölümlerinin kapatılması gerekli olabilir.

        Çünkü asıl yoğunluğu buralar sağlıyor.

        Ve daha önemlisi AVM’lerin yeme içme bölgelerinde herkes dip dibe oturuyor.

        Hiç değilse buralardaki yoğunluğu azaltacak önlemler şart.

        *

        Corona ve tarikat

        Herkes Güney Kore’nin corona ile mücadeledeki başarısından söz ediyor ama Güney Kore’de corona nasıl bir anda yayıldı ondan pek söz eden yok.

        Güney Kore’de corona virüsü Şinçeonji Hristiyan tarikatının toplantılarında yayıldığı, tarikatın bu kişilerin hastalıklarını ve kimliklerini saklaması sonucu hızla yayıldığı ortaya çıktı.

        Şimdi tarikatın lideri cinayet suçlamasıyla yargı önüne çıkacak.

        Umarım Türkiye’de benzer bir durum geçtiğimiz günlerde vefat eden İsmailağa tarikatının lideri Ustaosmanoğlu’nun cenazesi nedeniyle yaşanmaz.

        *

        TARİHİN EN BÜYÜK SALGINLARI

        Değerli okurlar, dün binlerce mail ile salgınların tarihi ile ilgilendiğinizi söyleyince herkese teker teker yollamaktansa, çünkü gerçekten çok fazla vaktimi alacaktı ve muhtemelen yetişemeyecektim, burada bir özet yazmanın daha iyi olacağına kanaat getirdim.

        Prof. Dr. Nuran Yıldırım’ın bu konuda yıllar süren çalışmalarının sonucu oluşturduğu muazzam kapsamlı bilgileri onun da yardımı ile özetledim.

        Biraz uzun oldu. Meraklıları okuyabilir.

        Bence değer. Bana verdiği bilgileri ve bildiğimiz tarih içinde dünya farklı farklı salgınlar gördü.

        Bunların bazıları çok ağır öldürücü sonuçları doğurdu.

        Bazıları birkaç yıl bazıları yüz hatta bin yılı aşkın sürelerde etkili oldu.

        Kimileri birkaç yüz bin insanı öldürürken, kimileri etkili olduğu dönümde keşfedilmiş dünyanın toplam nüfusunun yaklaşık yarısını öldürdü.

        Bu salgınlardan ilki ve en öldürücüsü hiç kuşkusuz veba idi.

        Yersinia Petsis adlı bir patojenin ürünü olan veba genel olarak kemirgenler ve pire gibi asalaklar tarafından taşınarak yayıldı.

        İlk olarak 6. yüzyılda Mısır’da başlayan veba pandemisi Mısır’dan İstanbul’a gelen buğday yüklü bir gemideki fareler vasıtasıyla dönemin en büyük ve en önemli kentine ulaştı.

        BİRİNCİ VEBA PANDEMİSİ

        Jüstinyen Vebası: 541-750

        ÇIKIŞ: İskenderiye, 541

        Yayılma merkezi İstanbul: Nisan 542

        Yayılım 6. 7. 8. yüzyıllar boyunca artçı dalgalarla sürdü

        Prokopius: İstanbul’da günde 10.000 ölü olduğunu tarihe yazdı. Ancak bu sayının abartılı olduğu, gerçek sayının 5 bin civarında olduğu tahmin edilir.

        Çağdaş tarihçilere göre İstanbul’da toplam 240.000 ölü vardır.

        Tüm dünyada ise 100 Milyon ölümle sonuçlanmıştır bu ilk veba pandemisi.

        İKİNCİ VEBA PANDEMİSİ

        Kara Veba / Kara Ölüm, 1347-1350

        İkinci büyük veba pandemisi Avrupa’ya İtalya’dan girdi. Venedikli ve Genoa’lı tacirler vebayı Avrupa’ya getirdiler.

        İkinci pandemi Avrupa’da kısa sürede 24 milyon kişiyi öldürdü.

        Hemen aynı sayıda kayıp Asya ülkeleri verdi.

        Britanya Adaları’nda da 1 milyon kişi hayatını kaybetti.

        Kent kent kayıplar ise şöyle oldu:

        Venedik: 1335, 100.000 ölüm

        Londra: 1349, 100.000 ölüm

        Floransa: 1427, 85.000 ölüm

        Bu salgının ardışık dalgalanmaları yüzyıllar boyu devam etti. Yani salgın durup durup hortladı.

        Bu ardışık pandemilerde vebadan Moskova’da 1570 yılında, 200.000 ölüm, Londra’da 1665-1666 yıllarında 100.000 ölüm, liman kenti Marsilya’da 1720 ölüm gerçekleşti.

        YAHUDİ KATLİAMI

        Avrupa halkları ve kilise tüm bu salgınlardan Yahudileri sorumlu tuttu.

        Gettolarda, çok kötü koşullarda yaşayan Yahudilere karşı büyük bir saldırı başlatıldı. Çok açık bir Yahudi avı sonucunda sayısı bilinmeyen ama en az onbinlerle ifade edilecek sayıda Yahudi öldürüldü. Yahudiler Polonya ve Rusya’ya kaçarak kurtulabildiler.

        KARANTİNA

        Karantinanın icadı da bu salgın döneminde oldu.

        Deniz ticareti yapan Venedikliler vebanın Kuzey Afrika ve Suriye taraflarından dönen gemilerle taşındığını fark edince bu gemileri mürettebatı ve yükleriyle 40 gün tecrit etmeye başladılar.

        Karantina kelimesi de Latince “40” anlamına gelen “Quadraginta” kelimesinden türetildi.

        Vebanın kuluçka ve öldürme süresi 40 gün Venedik’e girişleri yasaklandı.

        İlk karantina istasyonu “lazaretto” adıyla 1423’te Venedik’te kuruldu.

        Lazaretto’dan Venedik’e yolcu getiren teknelerde önlem olarak denizciler ile yolcular ayrı bölümlerde tutuluyordu. Denizciler açıkta, yolcular ise teknenin kapalı bölümünde yolculuk ediyordu.

        Bugün bazı teknelerde kullanılan lazaret terimi o günlerden gelmedir.

        Venediklilerin buluşu olan bu önlem kısa sürede bütün büyük Avrupa kentlerine yayıldı.

        ÜÇÜNCÜ VEBA PANDEMİSİ: 1850-1900

        Üçüncü Veba pandemisi Çin’in Yunnan bölgesinde başladı. Özellikle Hong Kong’da 1894 yılında çok etkili oldu.Tüm bu salgınlardan Osmanlı Devleti de çok etkilendi.

        Bizim topraklarımızdaki salgınların seyri ise şöyle gerçekleşti:

        OSMANLI DEVLETİ’NDE VEBA SALGINLARI

        İstanbul: 1466-1467: yazında şiddetli salgın, cenazeleri gömecek kimse kalmadı. Cesetler kokuştu. Sefirler ve gücü yetenler Boğaziçi köylerine gitti. Fatih Sultan Mehmet Arnavutluk Seferi dönüşünde salgını haber alınca İstanbul’a gelmedi ve salgın geçinceye kadar İstanbul dışında konakladı

        İstanbul: 1491-1504. Sultan II. Bayezid Edirne’ye gitti.

        İstanbul: 1511-1514

        İstanbul: 1591-1504: Padişah mahkumları affetti.

        İstanbul: 1511-1524

        Diyarbakır: 1762, 50.000 ölüm

        İstanbul: 1778, Taun-ı Cesim-Veba-yı AzimTahminen 150.000-200.000 ölüm

        İstanbul: 1803-1804

        İstanbul: 1811-1812 : Büyük Kıran - Kıran-ı Kattâl Galata-Tahtakale-Kasımpaşa: batakhaneler, bekâr odaları yıkıldı.130.000 ölüm

        İstanbul: 1836-1838, son büyük salgın. Beyoğlu sokaklarında siyah muşambalar giymiş insanlar dolaşıyordu. Kız Kulesi, vebalı askerlere hastane yapıldı.25.000-30.000 ölüm

        1900’lerin başında, 1930’a kadar vebadan korunmak için insanlar, evlerin girişine yaptırdıkları kulübelerde tütsülenirdi. Bu tütsü kabinleri devlet dairelerine de konmuştu.

        Karantina uygulamasının Venedik’ten 500 yıl kadar sonra Osmanlı’da da başlatılmasıyla 1845’den sonra veba salgınları önlendi.

        KOLERA PANDEMİLERİ

        Hindistan çıkışlı bir hastalık olan Kolera 7 kez büyük salgınlarla dünyayı dolaştı ama özellikle Asya ülkelerinde etkili oldu. Özellikle sıcağı seven bir hastalık olan kolera genellikle ilkbahar sonu ve yaz aylarında etkili oldu.

        İLK PANDEMİ: 1817-1823: Asya Kolerası

        ÇIKIŞ YERİ: 1817: Ganj deltasının çevresi

        1817’ye kadar Hint yarımadasında etkili oldu. Pandemik hale gelmedi. Endemik yani bölgesel olarak kaldı. Ancak sonrasında yayılmaya başladı.

        Çıkış nedeni fazla yoğun musonlar nedeniyle Ganj Nehri’nin taşması ve pis sularının çok geniş bir alana yayılmasıydı. Kolera oluşan bataklıklarda çoğaldı. Yoğun nüfus nedeniyle çabuk yayıldı. Bengal Körfezi ve Kalküta'dan başlayıp hızla Asya’nın tamamı, Ortadoğu, Doğu Afrika ve Akdeniz kıyılarına ulaştı.

        Hızlı yayılmanın nedeni Kalküta’ya yeni gelmeye başlayan İngiliz askeri birliklerinin seferleri ve İngiliz ticari faaliyetleriydi. Kolera’yı İngilizler yaydı.

        Uzun süren salgın tahminen 150 bin kişiyi öldürdü.

        İKİNCİ KOLERA PANDEMİSİ 1829-1851

        Yine Hindistan’da bu kez Bengal’de başladı.

        Bu kez çok geniş bin alana yayıldı. İngiltere’nin ticari gemileri vasıtasıyla Hindistan’ın tamamının yanı sıra Batı Asya, Rusya, Avrupa, Amerika kıtası, Çin ve Japonya’ya kadar yayıldı.

        200.000 ölüme neden oldu.

        Hindistan kaynaklı bu pandemilerin 1920’lerin ilk yarısında Hindistan’da kışların sert geçmesi ve bataklıkların donması sonucunda bakterilerin ölmesiyle sona erdiği varsayılır.

        İSTANBUL’DA KOLERA

        İstanbul bu salgın kolera ile 1830’larda tanıştı. 1831

        Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi, Kolera Risalesi, 1831’de yayınlandı. İllet-i Muvahhişe (Korkutan hastalık) adlı eserde kolera “Veba gibi bulaşıcı, Hastalık çıkan evlerden uzak durun, hasta giysilerini yakın, evler temizlensin, boş evlerde çömlekte sirke pişirilsin, açık havada hafif yiyecekler yiyin, hırsız sirkesi koklayın” gibi öneriler yer aldı.

        Öneriler, açık hava- hafif yiyecekler-

        Hırsız sirkesi koklansın.

        İyi de “Hırsız Sirkesi” ne?

        Mustafa Behçet Efendi İllet-i Muvahhişe adlı eserini yazarken muhtemelen Fransızca kaynaklardan da faydalanmıştı. Çünkü “Hırsız Sirkesi” aslında Fransa’dan gelen bir deyim. Ve aslı Dört Hırsız Sirkesi (Vinaigre des quatre voleurs). Fransa-Toulouse veba salgını (1628-1631) ile Büyük Marsilya Vebası’nda (1720) ölenlerin cesetlerini soyan dört hırsız yakalanmış. Cesetlere dokundukları halde neden vebaya tutulmadıklarını anlatırlarsa affedilecekleri bildirilmiş. Bunun üzerine hırsızlar, kendi yaptıkları bir sirkeyle ellerini yıkadıklarını ve gargara yaptıklarını itiraf etmişler.

        Kolera ile sirke yoluyla mücadele böyle ortaya çıktı. Ve gerçekten faydalı oldu.

        Mustafa Behçet Efendi önerisiyle, İstanbul’a gelen gemiler Büyükliman’da karantinaya alındı.

        Kolera Osmanlı’da uzun yıllar etkili oldu.

        Erzurum: 1847 Şehirde panik- halk Palandöken’e çıkıp kamp kurdu. Kolera hakkında Rumca-Ermenice risaleler dağıtıldı.

        Trabzon: Temmuz 1847 Fırıncılar şehri terk etmiş, ekmek sıkıntısı baş göstermişti.

        35.000 olan toplam nüfusun, 12.000’i köylere kaçmış, Trabzon karantina altına alınmış buna rağmen 1.500 ölüm.

        Kars: Temmuz 1847, 1000 ölüm

        Hicaz: Temmuz-Ekim 1846. 15.000 ölüm.

        İstanbul: Salgın İstanbul’a Trabzon’dan gemilerle 25 Ekim 1847’de ulaştı. Bütün şehre yayıldı. 5.275 ölüm.

        Hekimbaşı İsmail Efendi 1847’de Kolera Risalesi’ni yazdı.

        Arapça-Rumca-Ermenice-Karamanlıca çevrilip dağıtıldı.

        Taze meyve satışı yasaklandı. Kaynaklar günde 900 ölüm olduğunu iddia eder.

        Kırım Savaşı sırasında da Fransız askerlerinin getirdiği kolera ile Türk askerlerinden 3500 kişi hayatını kaybetti.

        ÜÇÜNCÜ KOLERA PANDEMİSİ, 1852-1859

        İç Asya’da başladı. İran, Hazar ve Karadeniz kıyıları, Avrupa, İngiltere, Kuzey Afrika, Güney Amerika’ya kadar yayıldı.

        Londra’da 1853 yılında Dr. Snow kirli şehir sularından bulaştığını ileri sürdü. Bilim dünyası ilgilenmedi.

        DÖRDÜNCÜ KOLERA PANDEMİSİ: 1863-1879

        Bengal’den başladı. Mısır, İran, Hazar ve Karadeniz kıyıları, Kuzey Afrika, Rusya üzerinden Avrupa, Güney Amerika, Japonya, Çin’e yayıldı. 704.000 kişiyi öldürdü.

        İstanbul’a da ulaşan bu salgınla ilgili Dr. Hristo Stambolski anılarında şöyle yazar:

        “5 Haziran 1865 günü Mısır’da kolera salgını başlar. İstanbul’da bulunan Mısır hıdivi [İsmail Paşa], haremini İskenderiye’den getirtmek için padişahtan izin ister. Hıdivin haremi Sultan Abdülaziz’in izniyle Muhbir-i Sürur zırhlısı ile getirilir. Geminin tayfalarıyla İstanbul’a yayılır.

        Sokaklarda düşüp ölenler defnedilemedi.”

        Hidiv’in haremini kurtarmak için İstanbul halkı feda edilir anlayacağınız.

        4 ayda 300 bin kişi ölür.

        10.000 evi yakan Hocapaşa yangını salgını da bitirir.

        Bu salgın sırasında İstanbul halkı çok güzel bir dayanışma örneği sergiler.

        Saray Eczacısı Vincent Pêche, antikolerik terkiple hastaların yardımına koşar.

        Robert Kolej kurucularından Cyrus Hamlin, elinde bulunan iki terkibi Bebek ve Rumelihisarı’nda hastalara dağıtır.

        St. Vincent de Paul rahibeleri ile birlikte ilk belediye hastanemiz kurulur: Altıncı Daire-i Belediye Hastanesi

        BU KEZ HACILAR KOLERA GETİRİR

        1866‘da Üçüncü Dünya Sağlık Konferansı İstanbul’da toplanır.

        1867: Kolera Nizamnamesi yürürlüğe girer. Ancak bu kez kolera mikrobu İstanbul’a hacdan dönenler vasıtasıyla ulaşır.

        İstanbul’da 1870 yılında 15.000 kişi ölür.

        Birkaç yıl sonra kolera yeniden başlar. 1876’da 7.000 kişiyi öldürür.

        BEŞİNCİ PANDEMİ: 1881-1896

        Bu salgın sırasında 1883 yılında Robert Koch Kalküta’da etkenini bulur: Vibrio cholera- gram negatif bakteri.

        1892’de Hamburg Salgını ortaya çıkar. Hamburg suyunu süzmeden Elbe nehrinden almaktadır. Kirli su, salgını patlatır. Hamburg büyük kayıplar verirken bitişiğindeki Altona aynı suyu temizleyerek kullandığı için 516 vaka ile sınırlı kalır. Bu sırada koleranın suyla bulaştığı kanıtlanır ama toplam 982.000 kişi hayatını kaybeder.

        İstanbul’da 1893-1895 salgını başlar.

        Dr. Andre Chantemesse Bakteriyolojihane-i Şahane’yi kurar.

        Tebhirhaneler açılır.

        Deniz ürünleri, meyve-sebze satışı yasaklanır.

        Su bentlerinde çamaşır yıkanmasın, çöp atılmasın diye kolluk kuvvetleri dolaştırılır.

        Duba üzerine etüv yerleştirildi, gemiler dezenfekte edilir.

        Kolera vakaları günlük gazetelerde yayınlandı.

        En çok ölüm Kasımpaşa deresi civarında meydana gelince Kasımpaşa deresi temizlenir ve üzeri kapatılır. (1895).

        Tedbir olarak Bekarlar memleketlerine gönderilir, Panayırlar, meyve satışı yasaklanır.

        İstanbul Belediyesi ilk kez bu salgının istatistiğini hazırlayıp yayınlar.

        ALTINCI PANDEMİ: 1899-1923

        TOPLAM ÖLÜ SAYISI: 1 milyon 500 bin kişi

        1907-1908 İstanbul salgını, Kaynak Rus hacılar. Rus hacıların vapurlarına İstanbul yasaklandı. Vapurlarda ölen hacılar denize atıldı. İnsanlar kolera bulaşır korkusuyla kayıklara binmedi, balık yemedi.

        Balkan Savaşları: 15-20 bin ölüm.

        YEDİNCİ PANDEMİ: 1961-1975, Kolera El-Tor

        Endonezya’da başlayan Kolera salgını Doğu Pakistan, Hindistan, Sovyetler Birliği, Kuzey Afrika, İtalya, Japonya, Güney Pasifik ve Türkiye’ye kadar yayılır.

        İstanbul- Sağmalcılar salgını ve Kolera El-Tor, 1970

        El-Tor, Mısır’da Güney Sina’da bağırsak enfeksiyonları ile başlayan son büyük salgındır.

        İstanbul’da Sağmalcılar’da kendini gösterir.

        Bölgedeki binaların kanalizasyonlarının, Mimar Sinan yapımı şehir temiz kullanma suyu sistemine bağlanması ile başlar.

        Devlet bu salgını resmen salgın olarak açıklamaktan kaçınır.

        Para kolera olarak nitelenir.

        Doğruluğu şüpheli kaynaklara göre 2000 vaka ve 52 ölüm vardır.

        Türk hacı adaylarının Suudi Arabistan’a gitmesi yasaklanır.

        Salgın nedeniyle adı kötüye çıktı gerekçesiyle bir gecekondu semti olarak gelişen Sağmalcılar’ın adı Bayrampaşa olarak değiştirildi.

        SALGINLARDA DEZENFEKSİYON

        Tıbbın. Biyolojinin, mikrobiyolojinin gelişmediği dönemlerde salgınlarla ilginç mücadele yöntemleri kullanılmış.

        Bakın neler:

        Güherçile, zaç yağı ve kepek karışımı ateşe serpilir giysiler dumanında tütsülenirdi.

        Evlerde oturma odaları tuz ruhu dumanıyla tütsülenirdi.

        Bulaşık eşyalar: birer ölçü kükürt ve güherçile , yarım ölçü kepek karışımının dumanında tütsülenirdi.

        Bulaşık yerlerden gelen metal eşya ve paralar sirke ile yıkanırdı.

        Eşyalar kükürt tütsüsü ile dezenfekte edilirdi.

        1865 Kolera salgınında mezbeleliklere, tuvaletlere göztaşı/bakırsulfat döküldü.

        Pasteur öncülüğünde mikroorganizmaların varlığı kanıtlandıktan sonra mikrop teorisi gelişti ve mikropları yok etmek için çeşitli yöntemler ve araçlar geliştirildi.

        Kimyasal dezenfektan püskürten pulverizatörler, içme suları için filtreler, giysiler ve ev eşyaları için etüv makineleri tasarlandı.

        Sonunda 100-150 derecedeki basınçlı su buharının dezenfeksiyon için en etkili yöntem olduğu anlaşıldı.

        1870 yılından itibaren İngiltere’de dezenfeksiyon istasyonları açıldı ve bütün Avrupa’ya yayıldı.

        Dezenfeksiyon istasyonları özellikle kolera salgınlarında, giysi ve eşyaların temizlenmesinde yaygın olarak kullanıldı.

        Halka kireç kullanması önerildi.

        Dükkânlar evler kireçle badana ettirildi.

        Tuvaletlere kireç döküldü.

        Kimyasal dezenfektanlar kullanıldı:

        Kalsiyum klorür, lizol, potasyum nitrat asiti, süblime eriyiği.

        Koleralı hastalar ölünce odasının eşyası yakıdı.

        Evin tamamı bulaşıksa ev yakıldı.

        Yoksul evlerinin bedeli kolera tahsisatından ödendi.

        1891’de Fransa-Genest Herscher Fabrikasından etüv getirtildi. Karantinahanelere yerleştirildi.

        1892: Tersane-i Âmirede etüv üretildi.

        1893: İstanbul’da üç Tebhirhane/Dezenfeksiyon istasyonu açıldı. Galata, Tophane ve Üsküdar

        Bugün Galatasaray Lisesi olarak bilinen Mektebi Sultani bir dönem Mektebi Tıbbiye olarak kullanıldı.
        Bugün Galatasaray Lisesi olarak bilinen Mektebi Sultani bir dönem Mektebi Tıbbiye olarak kullanıldı.

        *

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Bilime değer verenle vermeyenin bir olmadığını biz anlamasak bile doğanın anlattığını anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar