Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Bir ay kadar önce, tam tarih vermek gerekirse 2 Ağustos günü “Pandemide gerçek günlük vaka sayısı kaç olabilir” başlıklı bir yazı yazdım ve Sağlık Bakanlığı’nın artık kontrolü elden kaçırdığını, Bakanlığın verdiği sayıları en az 6 ile çarpmak gerektiğini belirttim ve daha da kötü bir tablonun bizi beklediğini açık açık yazdım.

        Yazdıklarım o kadar doğru idi ki, en ufak bir yalanlama dahi gelmedi.

        Ki o gün resmi olarak açıklanan vefat sayısı 18 idi.

        Muhtemelen ekonomik nedenlerle gerçek sayı saklanıyor, gerçek sayının saklanması sonucunda toplumda bir rahatlama oluşuyordu.

        Bu da giderek artan bir ivmeye neden oluyordu.

        Artık mızrak çuvala sığmıyor.

        Sayılar giderek artıyor, yakında yeniden Nisan sayılarına dönecek açıklamalar, ki gerçekte bugün bile o sayıları aştığımıza inanıyorum.

        Bu sosyal ve siyasi sorumsuzluğun en önemli faturasını ise sağlık çalışanları ödüyor.

        Mart ayından bu yana bitip tükenmek bilmeyen bir çaba içindeler.

        Ve aylardır gösterdikleri bu çaba çöpe atılmış oldu.

        Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ise pandemi boyunca büyük bir maharetle kullandığı sosyal medya hesabından dün şöyle bir açıklama yaptı:

        “Her sağlık personeli hayatınızla ölüm arasındaki köprüde kollarını açmış duruyor. Onlara gerekli saygıyı gösterelim ve teşekkürü bir borç bilelim.”

        REKLAM

        Okuyunca kulağa hoş gelen bir cümle olmakla beraber ben bu “çoğul özneli” çağrılara uyuz olurum.

        Bunun anlamı şudur:

        “Ben üzerime düşeni yapmayabilirim. Siz yapın hep beraber faydalanalım.”

        Sayın Bakan’ın da aylardır süren çabalarına minnettarız ama onun da Bakan olarak sağlık çalışanlarına kollarını açması ve sağlık gemisini lafla yürütmemesi, üzerine düşeni yapması lazım.

        Sağlık çalışanlarının, özellikle pandemi ile mücadelede doğrudan çalışanların birçok sıkıntısı var.

        Mesela aile hekimlerinin pandemi olmaları halinde maaşlarında bu sabaha kadar kesinti yapılıyordu.

        Bunda en küçük bir adalet var mı?

        Pek çok hekim hastalarından kaptığı COVİD nedeniyle hastalanır, onlarcası bu nedenle hayatını kaybederken, COVİD 19 meslek hastalığı sayılmıyor.

        Bu makul mü, insani mi?

        AK Partili sağlık bakanlarının getirdiği en büyük saçmalık olan “sayısal performans kriteri” yani gün içinde baktığın hasta sayısına bağlı olarak hekimin değerlendirilmesi zırvalığı, pandemi tedavisi sırasında hastaları kurtarmak için uğrayan hekimlerin maddi olarak büyük kayıplara uğramasına neden oluyor?

        Bu hak mı?

        Bu listeyi daha çok uzatırım ama meselenin özü belli.

        Siz de sağlık çalışanlarına kollarınızı açın lütfen.

        İnsanüstü bir çaba gösteriyor olsalar da onlar da insan sonuçta!

        Nacar: Hepsi aynı

        Sapkın tarikat şeyhi ile ilgili yazımda “Bazıları bütün tarikatlar böyle değil diyebilir biz nereden bilelim hangisi böyle hangisi değil” deyince İslamcı yazar ve tarihçi İsmail Nacar aradı.

        Epeydir sesi soluğu çıkmıyordu.

        Aramasına şaşırdım.

        Meğer çok kısa ve öz bir bilgi vermek için aramış:

        “Sizin bu tarikatlarla işiniz olmadığı için bilmezsiniz ama benim ömrüm bunlarla mücadele ile geçti. Çünkü İslam’da yerleri yoktur. Ve diyorsunuz ya hangisi öyle hangisi değil ne bilelim. Ben size söyleyeyim. Bunların arasında öyle olmayanı yoktur. Hepsi aynıdır. Hepsinde türlü rezalet vardır.”

        Meclis-i Meşayih

        Bu tarikatları yazıyoruz ya!

        Korkum ne biliyor musunuz?

        Pek yakında bunları legalleştirmek için adım atılmasından korkuyorum.

        Şöyle ki, Cumhuriyet öncesinde Diyanet diye bir kurum yoktu.

        Memleketin dört yanından fışkıran çeşitli tarikatlara karşı bulunan tek çare bir Meclis’i Meşayih kurmak olmuştu.

        1866 yılında alınan bir kararla

        Mevlevi Şeyhi’nin başkanlığında, 5 farklı tarikat şeyhi, tarikat ve tekkeleri denetlemek, mali, idari işlerini kontrol altında tutmak ve tarikatlarda kimin posta oturacağını belirlemekle görevlendirilmişlerdi.

        1868’den itibaren de sistem işlemeye başlamıştı.

        Ancak tartışmalar bitmemiş, Anadolu’daki tarikat rezaleti bir türlü kontrol altına alınamamıştı.

        Bugün de korkarım ki bu olan biteni fırsat görüp, Diyanet’in içinde bir Meclis-i Meşayih kurarlar ki, memlekete tek faydası onun başkanının altına da bir Mercedes makam otomobili çekmek olur!

        Harita

        Herkes sürekli olarak bir Seville Haritası’ndan bahsediyor.

        AB’nin ülkelerin denizlerdeki haklarını belirlemek için Seville Üniversitesi’ne hazırlattığı iddia edilen haritadan.

        Böyle bir harita var doğru.

        Bu haritaya bağlı olarak Türkiye bugüne kadar pek çok ekonomik zarara uğradı.

        Bu da doğru.

        Mesela balıkçılarımızın avlanma sahaları belirlenirken, Akdeniz’de en uzun kıyısı olan ülkelerden biri olmasına rağmen balıkçılık alanında en düşük kotalardan biri Türkiye’ye verildi.

        Bu yüzden de balıkçılarımız Cezayir gibi kotasını dolduramayan ama yüksek kotaya sahip ülkelerden kota satın almak zorunda kaldılar.

        En büyük balıkçı filolarımızdan birine ait üç gemi 10 yıla yakın bir süre Cezayir tarafından rehin tutuldu ve milyonlarca dolarlık gemiler çürüğe çıktı.

        Ve aradan yıllar geçti şimdi Türkiye’nin aklına bu haritayı gündeme getirmek geldi.

        AB anında çark etti ve “Bizim öyle bir haritamız yok” dedi.

        Doğru.

        Resmen yoktu. Olamazdı da.

        Ama fiilen vardı ve uyuyan güzel Türkiye uyuduğu için kullanılıyordu.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Zor demediğimiz zaman.

        Diğer Yazılar