Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BAŞBAKAN Erdoğan'ın "Elde silahla gidemezler" diye başlayıp "Silahları bırakacaklar, sınır ötesine öyle geçecekler" diye biten cümlesi bazılarında şaşkınlık yarattı.

        BDP'nin ve Kandil'in bu konudaki açıklamalarını "garipseyerek" izliyorum.

        Başbakan Erdoğan'ın söylediği "Silahsız gidecekler" tavrı son derece doğru ve hukuki bir tavırdır.

        Zaten İmralı'daki Öcalan'ın söylediği de işin özü itibarıyla budur.

        Öcalan, Nevruz'da yaptığı ve büyük kalabalıklar tarafından coşkuyla karşılanan açıklamada ne dedi, hatırlıyor musunuz?

        Hatırlamayanlar veya dikkat etmeyenler için hatırlatayım:

        "Silahlı mücadele dönemi kapanmıştır. Bundan sonra demokratik yollarla mücadelemizi sürdüreceğiz."

        Madem "silahlı mücadele dönemi kapanmıştır", o zaman hâlâ elde silahla gezmenin, dolaşmanın âlemi ve gereği nedir!

        Öcalan, "Silahlı mücadeleye şimdilik ara veriyoruz" demedi ki, "Silahlı mücadele dönemi kapanmıştır" dedi.

        O zaman "Ben silahı bırakmam" ısrarı nedir!

        "Öcalan öyle dese de kapanmamıştır" mı demek istiyor BDP ve Kandil.

        Eğer söylenen buysa, söylenmek istenen buysa bunun anlamı farklıdır.

        O zaman İmralı ile yürütülecek bir süreç kalmamıştır.

        Terörist fazlamız var, komşuya yollayalım

        BAŞBAKAN Erdoğan'ın "Silahları bırakıp gidecekler" cümlesini farklı bir açıdan da ele almak mümkün.

        Türkiye bir devlettir.

        Muz cumhuriyeti değil, ciddi bir devlet.

        Kuralları, yasaları olan, hem kendi hukukuyla, hem de uluslararası hukukla kendini bağlamış bir devlet.

        İlk günden beri yazıp söylediğim gibi "ciddi bir devlet", eli silahlı ve terörle bağlantılı vatandaşlarının ülke içinde gezip tozmasına izin vermez.

        Hele hele devletler hukuku ile hiçbir sorunu olmayan bir devlet, eli silahlı vatandaşlarının kendi sınırlarından serbestçe geçip gitmesine, daha da beteri egemen bir devlet niteliğindeki bir komşu devlete gitmesine ne onay verir, ne izin verir, ne de bunu talep edebilir.

        Verdiği anda devlet olmaktan çıkar.

        Dahası, Türkiye böyle bir şeyi, komşusuna rağmen hiç yapamaz.

        Acaba Irak ya da Irak Kürt yönetimi ya da Irak Kürdistanı yönetimi böyle bir şeyi ister mi?

        "Bizim elimizde terörist fazlası var, onların birazını sizin topraklara yollayalım" demek mümkün mü!

        Neçirvan Barzani, Ankara'ya geldiğinde bunu gündeme getirmemiştir mi zannediyorsunuz.

        "Yollayın yollayın. 2000 tane eli silahlı adam bizim oralarda iş bulur" mu demiştir Barzani!

        Hiç zannetmiyorum.

        Bu nedenle Başbakan'ın söylediği hem bizim kendi hukukumuz açısından, hem de devletler hukuku açısından son derece yerindedir.

        Bu yöntemle bir çekilme için yasa falan da gerekmez.

        Doğrusu budur!

        Türk hassasiyeti

        BAZI yazarlar ve aydınlar "Türk hassasiyetinden" söz ediyorlar son günlerde.

        Kavramın sahibi sayılırım.

        Çünkü son yıllarda özellikle de BDP'lilerle televizyonlarda yaptığım tüm tartışmalarda bunu söyleyen, bunu gündeme getiren benim.

        Hatta bir ara tepem attığında "Bu ülke bölünecekse bunu ancak Türkler yapar" diyen de benim.

        Ancak şimdilerde "Türk hassasiyeti" tamlamasının çok kullanılmasından yana değilim.

        Çünkü bu zaten bilinen bir şey.

        Fazla tekrarlamak yıpranmasına, anlamını yitirmesine, öneminin kaybolmasına yol açacak bir durum gibi geliyor.

        Elbette bu topraklarda, 1000 yıldır "Turchia" diye bilinen bu topraklarda bir Türk hassasiyeti vardır.

        Bunu sürekli tekrarlamak sadece o hassasiyete zarar verir.

        Kaçak otelde kalmayız

        ULUDAĞ'da "Türk Davos"u olarak nitelendirebileceğimiz toplantılar yapılıyor iki gündür.

        Bu toplantılara gazeteciler de davetli.

        Bizim Ekonomi Servisi'ndeki arkadaşlara da davet geldiği zaman, çok önemli bir hassasiyet gösterdiler.

        "Biz Ağaoğlu'nun otelinde kalmayız" dediler.

        Gerekçeleri basitti.

        "Milli park içinde olmasına rağmen bu otelin büyük bölümü kaçak. Hakkında yıkım kararı var. Biz böyle bir otelde konaklamayı ilkelerimize aykırı buluyoruz."

        Gerçekten de Ağaoğlu, Uludağ'da küçük bir otel satın aldı ve kaçak inşaatlarla bu oteli büyüttü.

        Ardından davalar açıldı. Ağaoğlu davaları kaybetti ve yıkım kararı çıktı.

        Ancak tam yıkılacakken, devreye birileri girdi ve yıkım ekipleri yıkamadan döndüler.

        Ama bu otelin durumunu değiştirmiyor.

        Bizim arkadaşlar bu nedenle o otelde kalmayı reddettiler.

        Bizim arkadaşların gösterdiği bu tavrın çok önemli bir etkisi oldu.

        Ve toplantıya katılan pek çok bakan ve bürokrat da bu otelde konaklamadı.

        Dahası Ağaoğlu'nun açılışta konuşma yapması da çok değerli bir bakanımız tarafından "uygun bulunmadı".

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Hızlı yapınca üstünkörü olduğunu, çok yavaş yapınca da tavsadığını unutmadığımız zaman.

        Diğer Yazılar