Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        REZA Zarrab'ı biliyorsunuz.

        Önce "damat" olarak tanıdık. Zengin damat. Popüler sanatçı Ebru Gündeş'le evlenmişti, magazin sayfalarındaydı.

        Mütevazı bir evden şık villaya, oradan da yalıya taşınmıştı. Uçak almıştı.

        Eşini hediyelere boğuyordu.

        Ama ne olduysa Aralık'ın 17'sinden itibaren Reza Zarrab, magazin sayfalarından adliye sayfalarına düştü. (Gerçi Habertürk daha önce altın kaçakçılığı ve kara para haberleriyle gündeme getirmişti ama kimse tınmamıştı.)

        Zarrab, garip bir altın-para trafiğinin göbeğindeydi ve bu trafiğin akışını sağlamak için bazı bakanlara ve mahdumlarına servet dağıtmıştı.

        Tutuklandı. Ardından İran'daki ortağı da İran'da tutuklandı.

        İran olayı soruşturmaya devam ederken, Türkiye'de Reza Zarrab serbest bırakıldı.

        Bırakılmaması düşünülemezdi; çünkü "hayırsever" bir işadamı olarak biliniyordu, bilmesi gerekenlerce.

        Sonra kaçtı denildi. Karakola imza atmaya gitmiyordu çünkü.

        Ve geçen hafta sonunda aniden ortaya çıktı.

        Bir gazeteye ve o gazetenin grubundaki bir televizyona verdiği "Türk bayraklı" röportajla. Ne kadar vatansever olduğunu anlattı. Türkiye'ye nasıl katkı sağladığını anlattı.

        Yaptığı altın ihracatıyla Türkiye'nin cari açığını düşürdüğünü söyledi.

        Dün Hürriyet'teki arkadaşlar Zarrab'ın hesabını tutmuşlar. Cari açığı bu kadar düşürmesinin mümkün olmadığını yazmışlar. "25 milyar dolarlık altının hiç mi maliyeti yoktu da cari açığı 25 milyar düşürdün" diye sormuşlar haklı olarak.

        Ben bu hesabı yapmıyorum.

        De ki, Zarrab'ın söylediği her şey doğru.

        De ki, bütün bu yaptıklarıyla cari açığın 25 milyar dolar düşmesini sağladı.

        De ki, bu ülkeye gerçekten büyük hizmeti var.

        Peki o zaman bu "rüşvetler niye dağıtıldı?"

        Düşünün ki, bir işadamı ülkeye büyük hizmet yapıyor, 25 milyar dolarlık ihracat gerçekleştiriyor ve cari açığı 25 milyar, yani neredeyse üçte bir oranında düşürüyor.

        Ama ülkesine bu hizmeti yapabilmek için, ekonomiye katkıda bulunabilmek için başta bu cari açığı düşürmekten sorumlu bakan olmak üzere bazı bakanlara rüşvet veriyor, ultra pahalı hediyeler dağıtıyor.

        Her şeyi anlıyorum.

        Bunu anlamıyorum.

        Bu ülkeye bu kadar büyük hizmet etmek için "rüşvet" mi vermek gerekiyor.

        İlk turda biterse kimse şaşırmasın

        GEÇEN hafta bir yazı yazdım ve sordum, "Cumhurbaşkanlığı seçiminde adayların kampanya finansmanı nasıl yapılacak?" diye ve birkaç soru daha ekledim.

        "Binlerce adayın olduğu, on binlerce kişinin kendi menfaatlerini korumak için sandıklara sahip çıkması gerektiği halde yerel seçimde sahip çıkılamayan sandıklara Cumhurbaşkanlığı seçiminde nasıl sahip çıkılacak, kim sahip çıkacak?" dedim.

        Muhalefet partilerine bakıyorum, ne dediğimi kimse anlamamış galiba.

        Gerçi anlamalarını da beklemiyordum ama bir kez daha bu soruyu sormak ve gündeme getirmek istiyorum.

        Cumhurbaşkanlığı seçiminde büyük bir ihtimalle genel başkanını aday gösterecek olan AK Parti dışındaki partilerin bu seçimdeki motivasyonu ne olacak?

        Adaylarının kampanya organizasyonunu nasıl yapacaklar.

        Seçim ilk turda bitmezse, ikinci tur için bir stratejileri var mı?

        Sandıklara nasıl sahip çıkmayı planlıyorlar. Yerel seçimlerde bile sahip çıkmayan parti örgütü, tek bir kişinin ikbali için hangi motivasyonla sandıkları koruyacak, oylara sahip çıkacak?

        Muhalefet cephesinde bu sorularıma olumlu yanıt verecek tek bir kişi bile olmadığından kuşkum yok.

        Bu yüzden de AK Parti adayının, ilk turda hem de yerel seçimde aldığı oyun en az yüzde 50 fazlasıyla kazanması kimseyi şaşırtmasın.

        Mourinho gelse hikâye

        GALATASARAY'daki "rezaletin" ve "hezimetin" sorumlusu olarak Mancini gösteriliyor.

        Ve deniliyor ki, "İtalyan hoca kovulmak ve 9 milyon Euro'yu cebe indirip gitmek istiyor".

        Olabilir ama hiç kimse bunun için Mancini'yi suçlayamaz.

        Mancini babamızın oğlu değil. Düşündüğü tek şey para olabilir, kimse de bir şey diyemez.

        Sonuç olarak bir İtalyan köylüsü.

        Bakmayın üst perdeden konuşmalarına, ukala tavırlarına, tarzı varmış gibi görüntü vermesine.

        Özünde bir İtalyan köylüsü.

        Galatasaraylılar açısından asıl sorun Mancini değil yönetim, yönetim dediğim de başkan, yanına topladığı işe yaramaz taifesi değil.

        Önce gayet iyi işleyen ve takımı iki yıl üst üste şampiyon yapmış "yönetimi" dağıttı.

        Çünkü herkes biliyordu ki, bu kulübü götüren Ali Dürüst, takımı götüren ise Abdurrahim Albayrak ve Fatih Terim'di.

        Önce Dürüst ve Albayrak'ı yolladı.

        O gün yazdım, "Terim'i yollama hazırlığı yapıyor" diye.

        Nitekim öyle oldu.

        Milli Takım için Terim'e izin verdi, sonra da Milli Takım'ı da çalıştıracak bahanesiyle Terim'i kovdu.

        Mancini'yi getirdi.

        Aslında yönetim bozulmamış olsa Mancini de başarılı olurdu.

        Ama yönetim yoktu ki, Mancini başarsın.

        Florya, Allah'a emanet hale geldi.

        Futbolcuların muhatabı kalmadı.

        Mancini'yi ve takımı motive edecek kimse kalmayınca takım çöktü.

        Şimdi Mancini'yi yollayıp yerine birilerini getirecekler.

        Ben size açık söyleyeyim.

        Mancini'yi yollayıp yerine Mourinho'yu getirseler bile olmaz.

        Bu yönetim, daha doğrusu bu başkan olduğu sürece üç maç sonra Mourinho için de "İstifa" diye bağırmaya başlar tribünler.

        Oysa asıl gitmesi gereken Ünal Aysal.

        Ama onun da mali kongrede dediği gibi "Fırsatı kaçırdı" Galatasaray.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Carl Schmitt'in fikirleri 21. yüzyılda hâlâ etkili olmadığı zaman.

        Diğer Yazılar