Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        EMNİYETTEKİ operasyon bundan 5 yıl önce yapılsaydı, halkın çok önemli bir bölümü, en AK Parti muhalifleri, Tayyip Erdoğan'a en büyük nefreti besleyenler bile ayağa kalkıp el birliğiyle uzun uzun alkışlarlardı.

        Devlet gücünü kendi gücü gibi kullanan, devlet gücünün arkasına saklanıp hasımlarını alaşağı etmeye çalıştıklarına inanılan, devlet içinde masonik bir yapı gibi örgütlenen ve kendinden başkasına hayat hakkı tanımadığı düşünülen bir gruba karşı bir devletin kendini koruması, devletin kendini savunması gibi görünürdü, algılanırdı ve bu görüntü ile algı gerçeği de yansıtırdı.

        Ama öyle olmadı.

        Devlet gücünü Anayasal ve yasal olarak elinde bulunduran iktidar, bu yapıdan hiç rahatsız olmadı.

        Tam aksine el ele, kol kola hareket ettiler.

        Her ikisi de birbirlerini sonuna kadar kullandılar. İkisi de birbirlerinin önünü açtı, ikisi de birbirlerine yol verdi, gaz verdiler.

        Zaten bu durum bizzat Başbakan tarafından itiraf edildi. ''Ne istediniz de vermedik'' diye.

        Çok büyük bir işbirliği vardı. MİT operasyonuyla işbirliği sallandı.

        Karşılığı dershane yasasıyla verildi.

        Buna mukabele 17 Aralık'la verilince bugüne gelindi.

        Şimdi herkes biliyor ki, bu gözaltılar ve belki ardından gelecek tutuklama ve yargılamalar, devletin kendini, kendi içinde örgütlenen bir gruba karşı koruma çabası değildir.

        Çünkü bu zaten yıllardır bilinen ve iktidarın hiç rahatsız olmadığı bir durumdu.

        Bu sadece ve sadece, devlet gücünün Anayasal sahiplerinin devleti değil kendilerini koruma çabasıdır.

        17 Aralık operasyonu ve takip eden olaylar olmasa, bakanlar hakkında fezlekeler hazırlanmasa, utanç verici tapeler ortalığa dökülmese, korku dağları sarmasa bu yapıyla işbirliği hiç kuşkusuz devam edecekti ve yeni Ergenekonlar, yeni Balyoz davaları ortaya çıkacaktı.

        Bu işbirliği 17 Aralık itibarıyla sona erdiği için Balyoz ve Ergenekon bitti, paralel davası başladı.

        Devleti yönetenler şimdi de başka işbirlikleriyle ''Paralel' dedikleri bu yapıyla mücadele ederek aslında devleti değil kendilerini korumaya çalışıyorlar.

        Ama benim bildiğim bir şey var.

        Dün kullandıkları yapı zamanla güçlenip kendilerini hedef aldı.

        Bugün kullandıkları yapının da günü gelince aynı şeyi yapmayacağının garantisi yok, hatta aksinin garantisi var.

        Bu yüzden de devletin içinde yapılar oluşturup bunları kullanmanın kimseye faydası yok.

        Önemli olan devleti ayakta tutmaktı. Ama onu yerle yeksan ettiler.

        Beceremedikleri için de aynısını kuramıyorlar. Sürekli taşeron kullanıyorlar.

        Taşeron kullanmanın sonunun ne olduğunu Soma'da gördük.

        Üstelik sonunda kimse taşeronu suçlamıyor. Maden işletmecisi okkanın altında.

        Haftaya bugün görüşürüz

        SEVGİLİ okurlar...

        Malum önümüz bayram.

        Eskiden beri takip edenler bilir. Bayramlarda yazmam.

        Geleneğe saygımdandır. Muhafazakârlığımdandır!

        Ben bu mesleğe başladığımda bayramlarda gazeteler çıkmazdı.

        Cemiyet, Bayram Gazetesi yayınlar, işsiz veya emekli gazetecilere 3 günlüğüne de olsa iş verir, para kazandırırdı.

        Gazeteciler Cemiyeti de üç beş kuruş gelir elde ederdi.

        Yayın yönetmenliği yaptığım dönemde ne yazık ki, yazmak zorunda kaldım.

        Bayramlarda gazete çıkmasın diye çok çaba sarf ettim ama olmadı.

        Bunun üzerine yazdım. Çalışma arkadaşlarıma görev verip ben yazmasam olmazdı, ayıp olurdu.

        Ama yönetmenlik bitti.

        Bana yine müsaade. Bayramda yokum.

        Bayramdan önceki üç günü de izin olarak değerlendireceğim.

        Haftaya bugüne kadar bana müsaade.

        Yanıma ne bilgisayarımı alıyorum, ne cep telefonumu.

        Ailemle ve sevdiklerimle yüzde yüz beraber olacağım.

        Haftaya görüşürüz.

        Bayramınızı da şimdiden kutlayayım.

        Sayıları giderek azalan büyüklerimin ellerinden, sayıları giderek artan küçüklerimin gözlerinden, yaşıtlarımın eğer izin verirlerse yanaklarından öperim.

        CELAL HOCA'DAN MEKTUPLAR

        Son kapı Anayasa Mahkemesi

        PROF. Celal Şengör yazlığa taşındı.

        Çanakkale'nin bir köyünde. Ama mektuplara devam ediyor. İşte elime geçen son mektubu:

        ''Sevgili Fatih,

        Ege'nin güzel sularına bakıp memleketimin ve milletimin güzel bir geleceği olmasını arzularken bunun ancak akıl ve bilgi ile mümkün olabileceğini düşünüyordum ki, birden elime Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesinin, dönemin Genelkurmay Başkanı, emekli Orgeneral ve 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren ile dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya'yı, 765 sayılı TCK'nın 'Devlet kuvvetleri aleyhine cürümler' başlıklı 146. maddesi uyarınca 'müebbet hapis cezasına' çarptırmasının gerekçesini açıkladığı haberi geldi. Haberi okurken gözlerime inanamadım: Ya bu kararı veren hâkimler geçmişi tamamen unutmuşlar ya da tehdit altındalar. Kararı başka türlü yorumlayamadım.

        Şu tek cümleyi alayım kararın içinden: 'Milletin egemenlik hakkını millet adına, millete rağmen anayasa ve yasaları hiçe sayarak gasp etmişler, bunu da ülkenin, milletin ve devletin bekası için yaptıklarını söylemişlerdir.' Bu cümlenin gerçekle uzaktan bile bir ilgisi olamaz, çünkü öncelikle yapılan hareket bağlı oldukları yasanın 35. maddesi gereği idi. O madde gereği, asker görevini yapıyordu, hatta hükümeti bir mektupla ikaz ederek ondan da görevini yapmasını istiyordu.

        İkincisi, 12 Eylül'ü yaşayanlar hatırlayacaklardır: Darbe oldu ve bir anda ümidini kaybetmiş, kardeşin kardeşi katletmekte olduğu bir iç çatışma korkusu içinde günlerini geçiren, çocuklarını okula bile 'Acaba akşam dönebilecek mi?' endişesi ile yolladığı halkımız bayram etmeye başladı. Hatırlayacaksın, üniversiteler açılamıyordu bile. Ben 12 Eylül günü iki İsviçreli dostumu sokağa çıkma yasağı kalkar kalkmaz Boğaz'da gezintiye götürmüştüm. Görülen mutluluk inanılır gibi değildi. Asker gören herkes gidip kucaklıyordu. Bu manzaraya o zaman hayret eden ve hâlâ hayatta olan dostlarım şahittir.

        Sonra işler bittikten sonra askerler halka sordular: 'Ne diyorsunuz?' diye. Aldıkları oy hiçbir siyasi partinin hayl bile edemeyeceği bir % 93 gibiydi. Oylama ise her türlü baskıdan uzaktı. Bunun aksini söyleyen yalancıdır. Dolayısıyla yukarıda alıntıladığım cümledeki 'millete rağmen' ibaresi tamamen gerçekten uzaktır ve eminim temyiz mahkemesi tarafından ciddiye alınacaktır. 35. madde ise yapılan işin yasaların ve anayasanın çerçevesi dahilinde olduğunu gösteriyor.

        Hâkimler gerçekten tamamen uzak olarak, askerin milleti koruma olan görevini yapmadığını söyleyerek bizzat kendi kararları ile çelişkiye düşmüşlerdir. Mahkemenin günümüz politikacılarımızın sorumsuz ve akıl dışı söylemlerine kapıldığı hissini edindim. Bir not da bir başka tecrübemden: Ben bu mahkemeye 12 Eylül'ü, öncesini ve sonrasını yaşamış bir vatandaş olarak bizzat ve resmen başvurdum, kamu şahidi olmak istediğimi belirttim. Mahkeme kararını almadan beni çağırmamıştır. Buna hakkı olduğunu sanmıyorum. Yani kanımca bizzat bu mahkeme kendisi yasayı çiğnemiştir ki bu Balyoz duruşmalarından maalesef üzüntü ve utançla hatırladığımız bir tutumdur.

        Gerekçeli kararın, ülkemizde yargının içinde düştüğü üzücü durumun bir başka tezahüründen ibaret olduğu kanısındayım. Ülkem ve milletim adına yaralayıcı olarak yorumladığım bu karar beni çok üzdü. Yargıya güvenemeyeceksek, kime güveneceğiz? Ama zaten Balyoz mahkemelerinde gördüklerim ve HSYK'nın Balyoz hâkimlerinin ve savcılarının soruşturulmalarına bile gerek görmeyen kararı bende yargımız hakkında çok da ümit bırakmadı. Anayasa Mahkemesi galiba hepimizin son kapısı. Umarım o bu fena gidişe direnebilir. En içten sevgilerle, arkadaşım, Celal.''

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Kızarken de severken de samimi olduğumuz zaman.

        Diğer Yazılar