Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ABD’nin Suriye’de PYD-YPG’yi daha fazla silahlandırma kararının nedenlerini anlatmaya çalıştığım dünkü yazıma çok fazla tepki geldi.

        “Bu doğru değil” diye.

        Ben ABD’nin doğru yaptığını iddia etmiyorum.

        ABD’nin niye böyle davrandığını anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum.

        Hatırlayacaksınız, ABD Başkanlık seçimleri öncesinde Hillary Clinton, “Suriye’de Kürt müttefiklerimizle çalışmaya devam edeceğiz” deyince milletçe “Trumpçı” olmuştuk.

        Ancak Trump seçilir seçilmez, Irak Savaşı’ndan bu yana Türkiye ile arası pek iyi olmayan ve Türkiye’ye artık pek de güvenmeyen Pentagon’un politikalarını aynen kabul etti.

        Dahası geçmişte bölgede Türkiye’yle bir şeyler yapabileceğine inanan CIA’nın da sahada farklı davranmaya başladığını gördük.

        Trump’ın Türkiye’nin politikalarına ters gelebilecek pek çok açıklama ve uygulamasına ise Türkiye, “Aman bize bulaşmasın da kime bulaşırsa bulaşsın” denilebilecek ve bence doğru bir politikayla ses çıkarmadı.

        Ancak sonuç değişmedi ve bugün Trump yönetimi ile Türkiye çok temel bir yol ayrımında.

        ABD ve Pentagon, Afganistan’da İslamcı-cihatçı gruplarla çalışmanın, orta vadede kendisine yarattığı sorunları gördüğü için bugün İslamcılardan uzak duruyor.

        Çünkü İslamcı gruplara vereceği silahların, bu grupların evrensel bağlantıları nedeniyle yarın nerede, kime yöneleceğini tahmin dahi edemiyor.

        Buna karşılık Kürt grupların bölgesel nitelikte olması nedeniyle rahat. Onlara vereceği silahların en azından “kendisine” dönmeyeceğini biliyor. Bölgede kime döneceği ise şimdilik çok da umurunda değil.

        Türkiye ise bu silahların kendisini hedef alma olasılığından tedirgin.

        ABD bir yandan da Türkiye’yi Suriye’deki İslamcı gruplarla fazla yakın buluyor.

        Bu nedenle Türkiye ile Suriye’de ortak çalışmaktan yana değil.

        Türkiye de aslında durumun farkında.

        Ülkemizde son dönemde fitili iktidara yakın kişiler tarafından ateşlenen “İslamcılık” tartışmasının arkasında da aslında ABD’nin rahatsızlığını giderme arzusu yatıyor.

        Bu tartışmaları dış politikanın ülke içine yansıması olarak okumakta fayda var.

        Böke’nin istifasında CHP’deki şüphe

        CHP’de Fikri Sağlar disiplin kuruluna sevk edildi biliyorsunuz.

        Parti içinde ciddi bir grup, Sağlar’ın disipline verilmemesi için çalıştı.

        Ancak Sağlar öylesine bir tavır sergiledi ki, “Gitsin” diye parmak kaldırmak da önce bu gruba düştü.

        Sağlar’a ilk sitem, “Niye hükümete çok yakın Akşam Gazetesi’ne röportaj verdin?” oldu.

        Sağlar’ın yanıtı kargaları bile güldürecek cinstendi: “Ben Akşam’ın hükümet yanlısı bir gazete olduğunu bilmiyordum. Benim zamanımda öyle değildi.”

        Sağlar daha sonra Akşam Gazetesi’nin sözlerini çarpıttığını ve söylemediği bazı şeyleri eklediğini iddia etti.

        Kendisini savunmak isteyen CHP’liler “Fikri Bey o zaman bir tekzip yollayın” dediler.

        Sağlar buna gerek görmedi.

        Bunun üzerine “Bari bir tweet atın da bunu herkes duysun” önerisi geldi.

        Sağlar bunu da reddetti.

        Daha sonra parti meclisinde kendisini savunması ve özür dilemesi için kendisine söz verildi.

        Sağlar özür dilemedi ve sadece, “Genel Başkan’ı üzdüğüm için üzgünüm” demekle yetindi.

        Toplantının sonunda kendisine bir kez daha söz verildi ama Sağlar yine toparlayıcı bir cümle etmeyince disipline sevk edildi.

        Muhtemelen de atılacak.

        Parti içinde Baykal’ın da aynı şekilde disipline sevk edilmesini isteyen kalabalık bir grup vardı.

        Bunu Kılıçdaroğlu gündeme bile getirtmedi.

        “Eski bir genel başkana böyle bir şey yapmak yakışık almaz” dedi.

        Şunu da ekleyeyim: CHP yönetiminde Selin Sayek Böke’nin genel başkan yardımcılığından istifa etmesinde bir medya grubunun telkinleri olduğu yolunda güçlü bir inanç var.

        Ben pek o kanaatte değilim.

        Ama medyanın sicili de bu konuda çok temiz değil doğrusu.

        Ferit Edgü’nün Cahil’i

        FRANSA’daki başkanlık seçimlerini izlerken “siyasette cehaletin yükselişi” ile ilgili olarak Fransız kitapçılarda karşılaştığım külliyattan söz etmiş, sonrasında da bu kitapların içeriğine değinen kısa bir yazı kaleme almıştım.

        Sevgili Raffi Portakal hemen bir kitap yollamış.

        “Bizde de yazıldı bu tür kitaplar” diyerek.

        Ferit Edgü’nün “Cahil” adlı kitabı elime geçer geçmez 1 saat içinde okudum.

        94 sayfalık kısa bir kitap.

        Edgü’nün cehalet üzerine hem güldüren, hem düşündüren, hem de aklımıza pek çok şey getiren aforizmaları.

        Ben de hemen en yakın kitapçıya gidip birkaç tane aldım ve dostlarıma yollamaya başladım.

        Aslında cahillere tavsiye edeceğim bu kitabı ama nasıl olsa okumazlar.

        Ama siz okuyun.

        Ne Zaman Adam Oluruz?

        Hatayı sürdürmenin hatadan dönmekten daha ayıp olduğunu anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar