Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        15 Temmuz’dan bu yana kimi araştırma komisyonları, kimi yargılama süreçleri ile 15 Temmuz darbe girişimini çözmeye, anlamaya, arkasındaki gücün bu işte kimleri nasıl kullandığını öğrenmeye çalışıyoruz.

        Doğrusunu isterseniz benim pek fazla umudum yok.

        Bu girişimin arkasındaki sis perdesi aydınlanamayacak!

        Niye mi?

        9 MART’TAN 12 MART’A

        Gelin “genç neslimize” anlatayım, “yaşlı neslimize” ise hatırlatayım.

        Sizi 46 yıl öncesine taşıyayım.

        Yıl 1971. Aylardan mart.

        Demirel Başbakan ve ülkede işlerin iyi gitmediğine dair bir inanç var. Dünyada ve özellikle Avrupa’da soldan esen güçlü rüzgârlar Türkiye’ye de ulaşmış. O kadar güçlü ulaşmış ki, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde bile esiyor.

        REKLAM

        Ordu içerisinde ciddi bir sol örgütlenme var.

        Genç subayları geçin, olgun subaylar ve generaller arasında da etkili oluyor.

        Dev-Genç, hem ordu içinde bir ölçüde örgütlenmeyi başarmış, hem de ordu çevresinde.

        TSK içinde de sıkı bir “sol cunta” var. Tüm yapıyı kurmuşlar. Darbenin gününü kararlaştırmak dışında her şey hazır.

        Cuntanın başında iki önemli isim var: Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler ile Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur.

        Günlerden 9 Mart, cunta son toplantısını yapıyor. Muhtemelen 10’unda darbeyi yapacaklar. Her şey karara bağlanıyor. Son anda Faruk Gürler, “Arkadaşlar, ben bu konuyu bir de komuta kademesine sunayım” diyor. Yani Genelkurmay Başkanı’na haber verecek.

        Ortalık buz kesiyor. Cuntacıların morali sıfıra iniyor ve darbe planı suya düşüyor.

        REKLAM

        Ankara’da bunlar olurken, İstanbul’da da 1. Ordu Komutanı Faik Türün, TSK içindeki sol cuntaya karşı bir darbe planı hazırlamaktadır. Sağ darbeye destek veren ise MİT Müsteşarı Fuat Doğu’dur.

        SOL DERKEN SAĞDAN GELDİ

        Gürler’in “Yukarıya sunayım” demesinin ardından “sol darbe” 9 Mart’ta suya düşüyor, ama 3 gün sonra, 12 Mart günü bu kez “sağdan” bir darbe geliyor.

        TSK içindeki “sağ unsurların”, MİT Müsteşarı ve CIA’nın güvenilir adamı Fuat Doğu’nun ve onlara yön veren ABD’nin desteğiyle Başbakan Demirel’i koltuğundan indiren, TBMM’yi etkisiz hale getiren bir muhtıra veriliyor.

        Üstelik de bu muhtıranın altında Genelkurmay Başkanı’nın yanı sıra 3 gün önce “sol darbe” yapmayı planlayan “sol cunta”nın iki önemli ismi, Gürler ve Batur’un da imzaları var.

        REKLAM

        Sonrasında “sol cunta”nın sağ darbede yer alan lideri Gürler kısa bir süre Genelkurmay Başkanlığı yapıyor, ardından Cumhurbaşkanı adayı oluyor ve seçilemiyor. Muhsin Batur CHP milletvekilliği, Türün ise AP milletvekilliği yapıyor.

        O 3 gün içinde ne olduğu ise hâlâ bir sır.

        Bu iki isim aslında cuntayı ortaya çıkarmak için ikili mi oynuyordu, yoksa ani bir manevrayla kendilerini mi kurtarmaya çalıştılar, ne oldu ne bitti hâlâ bilinmiyor.

        Ve eminim ki, sonsuza kadar da bilinmeyecek!

        O yüzden darbeler karanlıkta yapılır ve asla tam olarak aydınlatılamaz. Üzerinden 46 yıl geçen, hakkında onlarca kitap, onlarca belgesel, yüzlerce tanıklık olan 9 Mart ve 12 Mart arasındaki 3 gün aydınlatılmadıysa...

        15 Temmuz’u daha çoook beklersiniz.

        Yerli otomobil nasıl yapılır?

        YILLARDIR süren bir hikâye yerli otomobil mevzuu.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan, başbakanlığından beri “Yerli otomobil” diyor ama arenaların adı bir gecede değişirken yerli otomobil konusunda hiçbir adım atılmıyor.

        REKLAM

        Hiçbir adım atılmadan, sadece istemekle daha uzun yıllar da bir yerli otomobil markamız olmaz.

        Aslına bakarsanız, Türkiye’nin bir yerli otomobili vardı, biliyorsunuz: Anadol.

        Anadol 1967 yılında yerli otomobilimiz olarak piyasaya çıktığında bugün dünyanın en çok satan otomobil markalarından Hyundai henüz yeni kuruluş aşamasındaydı.

        Biz Anadol’un değerini bilemedik.

        Bugün Türkiye’de bir yerli otomobil yapılacaksa bunun yöntemi atla deve zor bir iş değil. Çünkü Türkiye’nin bu konuda çok iyi bir altyapısı ve deneyimi var.

        İlk iş olarak içinde kamunun da pay sahibi olacağı bir şirket kurulur.

        Sanayici gruplar da bu şirkete ortak olurlar.

        Şirket kurulur kurulmaz halka açılır ve Türk vatandaşları da bu şirkete hissedar yapılır.

        Şirketin başına bu konuda en deneyimli ve en yaratıcı isim olan Jan Nahum getirilir.

        Ekber Onuk gibi bu konuda çok deneyimli bir isim de ekibe dahil olmak üzere ikna edilir.

        REKLAM

        Şirket önce bir model geliştirir.

        Bu arada bir fabrika inşa edilir.

        Geliştirme aşamasında otomobilin elektrikli mi, hibrit mi, patlamalı motorlu mu olacağı kesinlik kazanır.

        Artık dünyada bir otomobilin tamamını tek çatı altında üreten kimse kalmadığı bilinerek, motor ve diğer ekipmanlar için yerli veya uluslararası şirketlerle anlaşılır.

        Yerli yan sanayiye projeler verilerek üretime destek olmaları için avantaj sağlanır.

        Üretime geçilme aşamasına gelinince, bir bayi ve servis ağı kamu destekli olarak kurulur.

        Öncelikle kamu araçlarının yerli marka olması için gerekli düzenlemeler yapılır.

        Tüm bu işler 3-4 yıl içinde tamamlanabilir.

        Yıllar içinde kamu kendi payını halka arz ederek ve sanayici gruplara satarak işin içinden çıkar.

        Diyeceksiniz ki, bu kadar kolay mı?

        Arkasında bir irade ve gerçek bir istek varsa neredeyse bu kadar kolay.

        Bu iş başlayarak olur ama lafla otomobil olmaz.

        REKLAM

        “Geç kaldık” lafına ise hiç katılmıyorum.

        Bakın bir heves gibi başlayan Tesla’nın değeri bugün 100 küsur yıllık Ford’un üzerinde.

        Elon Musk, “100 yıl geç kaldım” dedi mi?

        Bundan pahalısı yok

        BİR süre önce, her yıl en popüler Concours d’Elegance yarışmasına ev sahipliği yapan Villa d’Este’de bir davet vardı ve “güngörmüş” bir zengin, yeni otomobilini dostlarıyla kutladı.

        Otomobil bir Rolls-Royce’tu ve “En pahalı 0 km otomobili” olarak tarihe geçti.

        50-60 milyon dolara satılan Vintage otomobilleri biliyorduk ama ilk kez bu kadar pahalı fabrika çıkışı bir otomobil gördüm.

        Rolls-Royce’un sipariş üzerine yaptığı bu “tek” otomobil, bir işadamının, “Bana benzersiz, 1920’lerin yatlarını anımsatan bir otomobil yapın” demesiyle başladı.

        REKLAM

        Rolls-Royce, 4 yıllık bir sürenin sonunda tasarımı, içi, dışı tamamı benzersiz ve bir eşi daha yapılmayacak bir otomobil üretti.

        Otomobilin teknik ayrıntılarıyla ilgili hiçbir bilgi yok, ama bir Phantom şasisi üzerine inşa edildiği ve içinde markanın 6.75 litrelik 12 silindirli motorunun bulunduğu tahmin ediliyor.

        Otomobilin fabrika çıkış fiyatı ise tam tamına 13 milyon dolar.

        Yani daha önce en pahalı otomobil unvanını elinde bulunduran Bugatti Chiron’un tam 4 katı.

        Ne Zaman Adam Oluruz?

        Zenginliğin bağırıp, servetin fısıldadığını anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar