Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Adalet tarihinin, en “Ayıplı kararlarından” birini bir Türk yargıcın vermiş olmasından dolayı utanç duyuyorum.

        Haberi gördünüz herhalde.

        Tecavüze uğrayan Rus kadınların davasında mahkeme kararını vermiş ve şöyle demiş:

        “Yabancı kadınların Türkiye’ye hangi maksatla geldiği açıkça bilindiğinden...”

        Yani hakim efendi diyor ki, “Rus kadınlar Türkiye’ye fahişelik yapmaya gelirler. Bunlara tecavüz etmek normaldir”

        Hakimdeki kafaya bak. Her Rus’u fahişe yapıyor.

        Ben yıllardır Türkiye’de fuhuş yapan yabancı uyruklu kadınlara “Nataşa” denmesin diyorum, hakim bakın ki, her Rus’u fahişe yapıyor.

        Hadi onu bir kenara barakalım ve diyelim ki bu kızlar fahişe.

        Onların fahişe olması veya fahişe olma ihtimalinin bulunması, bunlara tevacüz etmeyi haklı kılar mı?

        Bu ülkenin ceza kanunları açık.

        Katile katil, fahişeye fahişe demek suç.

        Ama tecavüz etmek serbest.

        Bu kızlara tecavüz edenler tecavüz etmeyip “Sizi gidi oros...” diye küfür etselerdi suçlu olacaklardı, tevacüz ettiler suç değil. Böyle bir hakim mantığı olabilir mi?

        Böyle bir mantıkta hakim olabilir mi?

        Misal, Almanya’da fuhuş yapan pek çok Türk kızı olsa ve oradaki her Türk kızına fahişe anlamında “Fatma” dense biz Türkler ne hissederiz?

        Hele hele oraya giden bir Türk kızına bir Alman tevacüz etse ve Alman hakim “Türklerin buraya ne için geldiği bellidir” diye bir karar alsa ne yaparız?

        Bu durum, bu kararı veren hakimin bir yakınının başına gelse ne düşünür?

        Bu karar bir utanç kararıdır.

        Türk Adaletinin aklı hala başında bir yerlerinden geri dönmelidir!

        YÖK Başkanı Anayasa’yı döver mi?

        YÖK’ün yeni Başkanı Yusuf Ziya Özcan daha koltuğuna oturmadan hakkındaki tartışmalar başladı.

        Seçildiği gün küçük bir araştırma yapmıştım.

        Öğrencilerin sevdiği, hafif argo, hatta küfürbaz, inceden demlenen, demokrat tavırlı tipik bir Türk vatandaşı portresi çizmişti tanıyanlar.

        Sonra Fethullahçı olduğu iddiaları ortaya atıldı.

        Üniversetede yasaklara karşı olduğunu söyleyince tam bir kıyamet koptu.

        İki gün içinde iş şirazesinden çıkma eğilimine girdi.

        Ben kendi payıma Prof. Ziya Özcan’ın atanmasına şaşırdığımı söyleyebilirim.

        Ben Abdullah Gül’den daha keskin bir atama bekliyordum.

        Eşinin başı örtülü, ciddi muhafazakar birini YÖK Başkanı yapacaklarını, üst düzey görevlere eşi türbanlı birini atama geleneğini sürdüreceklerini tahmin ediyordum.

        Yanıldım.

        Ama yine de kendilerine yakın birini seçtiler.

        Şimdi tartışma şöyle:

        “Hadi sıkıysa üniversitelerde türbanı serbest bıraksın da görelim”

        Bu tartışma düzeyi şunu gösteriyor: “Türkiye bir hukuk devleti hatta bir kanun devleti bile değil”

        Türbanlı kızların üniversiteye girememesi, ne Erdoğan Teziç’in, ne de Kemal Gürüz’ün keyfi uygulamaları değil.

        Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın emrettiği bir durum.

        Konunun bu hale gelmesinin nedeni, Özal döneminde Anayasa Mahkemesi’nin aldığı bir karar.

        Şimdi bütün bunlar unutuluyor ve konu sanki YÖK başkanlarının özel meselesiymiş gibi sunuluyor.

        Yeni YÖK Başkanı ile birlikte türbana üniversite kapısı açılırsa bu Türkiye’nin ciddi bir devlet olmadığını, kanunlara ve kurallara göre yönetilmediğinin açık bir göstergesi olacak.

        Bu çocuklar üniversiteye türbanla girecekse bu YÖK Başkanı’nın değil, Anayasa’nın değişmesiyle olabilir.

        Gerisi çözüm değildir.

        Evvel ezel YÖK’e karşı biri olarak, Gül’ün atadığı YÖK Başkanı’nın entellerimizle aynı meşrepten olmasının YÖK’ü demokratik bir kurum yapmayacağını düşünüyorum.

        Türkiye’de üniversite sisteminin demokratikleşmesi isteniyorsa tek çözüm YÖK’ü siyasetten, siyaseti YÖK’ten uzaklaştırmaktır.

        Bunun çözümü basittir.

        Üniversite senatoları rektörlerini kendileri seçmelidir.

        Bunun için YÖK’e bir liste gönderilmesi, YÖK’ün listeyi kısaltıp Cumhurbaşkanı’na göndermesi, Cumhurbaşkanı’nın de kendine gönderilen listeden kafasına göre birini seçmesi üniversitelerimiz üzerinde bir gölge, bir ayıptır.

        Keza YÖK Başkanı Cumhurbaşkanı tarafından seçilmemelidir.

        Üniversitelerarası Kurul kendi arasında toplanıp YÖK Başkanı’nı seçmeli, ille de gerekiyorsa Cumhurbaşkanı bunu sembolik olarak onaylamalıdır.

        Bunun dışındaki her yöntem üniversiter sistemi demokratik olmaktan uzaklaştırır, siyasetin oyuncağı yapar.

        Bugünkü şekliyle kısır bir döngü yaratılır.

        Cumhurbaşkanı kendi düşüncesinde bir YÖK Başkanı atar.

        YÖK Başkanı aynı düşüncenin devamı olan rektörleri Köşk’e yollar.

        Köşk kendi kafasındaki adamları rektör olarak atar.

        Bir anda iktidar olan düşünce üniversiteleri ele geçirir.

        Üniversitelerin özgürce bilim ve düşünce üretmesi imkansızlaşır.

        İdeolojik kurumlar haline gelirler.

        Faşist ülkelerin üniversitelerine dönerler.

        AKP iktidarı YÖK’ü ve üniversiteleri gerçekten demokratik ortamlar haline dönüştürmek istiyorsa yapması gereken açıktır.

        Aksi AKP’nin hedefi hakkındaki şüpheleri haklı çıkarır.

        Güzel bir yazı

        Yeni kuşağın en iyi yazarlarından Oray Eğin’in dün Akşam gazetesindeki yazısını okumayanlar için aynen aktarıyorum:

        “Cemaat harekete geçti...

        SABAH’ın cemaate yakın Çalık Grubu’na satılması... Jinekolog Alp Nuhoğlu’nun açıklamaları... Hakan Şükür ile G.Saray arasındaki kriz... Özcan’ın YÖK Başkanı olması... Bütün bu olayların ortasında tek bir kişi var: Fethullah Gülen!

        Birbiri ardına gelişen bazı olayları alt alta sıralayalım önce. Neydi geçtiğimiz günlerde tartıştığımız konular? Sabah’ın satışı medya açısından önemliydi. Magazin ve tıp gündemine jinekolog Alp Nuhoğlu’nun açıklaması damgasını vurdu. Futbolda Hakan Şükür’le Galatasaray arasındaki kriz tartışılıyor, bu arada Kalli’nin gönderilmesi için sesler yükseliyor. YÖK, yeni başkanını buldu ancak ODTÜ’nün meşhur sosyoloji hocası Yusuf Ziya Özcan hakkında büyük medyada pek az bilgi yer alıyor...

        Bu gündem yoğunluğundan birkaç adım geriye gelip genel resme baktığımızda bütün bu olayların ortasında tek bir kişinin adını görüyoruz: Fethullah Gülen... Geçtiğimiz günlerde müritlerinden İhsan Kalkavan tarafından sağlık durumunun çok kötü olduğu açıklanan Hocaefendi bir şekilde bütün bu olaylara müdahil.

        Alp Nuhoğlu’nun çocuğunu okuduğu altınla iyileştiriyor... Zamanında nikâh şahidi olduğu Hakan Şükür nereden aldığı bilinmez bir güçle takımı istediği gibi yönetmek istiyor. Cemaatin yayın organı Zaman gazetesinin yılın sporcu ödül töreninin vazgeçilmezi, Zaman’ın bir dönemki spor yazarı Karl Heinz Feldkamp’a karşı sesler yükseliyor, sonra Adnan Polat bu sesleri bastırıyor...

        Bir dönem kendini takımdaki “dinci” futbolcuları ayıklamaya adamış Adnan Polat... Kali’nin gönderilmesini düşünmediklerini açıklıyor.

        Sabah gazetesi cemaate yakın Çalık Grubu’na satılıyor, zaten son aylarda TMSF kontrolünde giderek prestij kaybeden ve hükümet yandaşı köşe yazarlarıyla dolu koskoca gazete iktidara güdümlü medyanın en önemli aracı oluyor. Ve dün öğrendiğimiz kadarıyla İhsan Kalkavan’ın yöneticilik ihtimali var bir de.

        YÖK’teki tartışmalı atamanın ardından odatv.com Yusuf Ziya Özcan’ın en büyük özelliğini açıkladı: Son yıllarda Fethullahçı olmuş meğerse. Ama büyük medya bunu görmezden geliyor, yazmıyor.

        Geçen gün haberturk.com’da Fatih Altaylı önemli bir yazı yazdı: “Gülen’i kim eleştirecek?” İkinci sorusu: “Türkiye’de Fethullah Gülen sempatizanı olmayan kaldı mı?” Türkiye’nin yeni medya yapısında, Hocaefendi’ye yakın gazeteler yüzünden cemaatin artık eleştirilemeyeceğini söylüyor Altaylı. Bazı gazeteler göbekten bağlı cemaate, Sabah sıcak bakıyor, Doğan Grubu’nunsa ticari ilişkileri var...

        Kanıtı da ben söyleyeyim: İşte YÖK Başkanı’nın Fethullahçı olduğu haberi büyük medyada yer alamıyor.

        Hangi gazete yazacak bunu? Hangi genel yayın yönetmeni sayfasına koyacak?

        Bakın hafta sonu Abdullah Gül’ün önemli konukları vardı: Ergun Babahan, Salih Memecen, Emre Aköz ve eşleri... Hepsinin ortak özelliği TMSF kontrolü altındaki Sabah’ta Abdullah Gül’e sırtlarını dayamaları, stratejilerini onun üzerine kurup, ondan güç almaları.

        Bugün iktidara güdümlü gazetenin temsilcileri... Onlardan mı bekleyeceğiz haber vermelerini?

        Hal böyleyken magazinden spora, siyasetten eğitime her yerde Fethullah Hoca’nın adının neden geçtiğini anlamak da epey zor olacak. Maalesef gazetelere bakarak bu gelişmelerin neye işaret ettiğini hiç kimse anlayamaz. Çünkü hiçbiri yazmayacak, yazamaz.

        Bugüne kadar yaptırdığı okullarla, topladığı bağışlarla Fethullah Gülen cemaatinin hareket planı merak konusuydu. Bir gün eyleme geçeceklerini, o güne kadar yavaş yavaş büyüyüp her yere yayılacaklarını ve sonra bir anda hayatın her alanını ele geçireceklerini hesaplayanlar vardı. Belki de paranoyak düşüncelerdi bunlar.

        Ama şu son birkaç gündür bütün yolların bir şekilde aynı adrese çıkması, üstelik o adreste oturan kişinin de sağlık durumunun “ciddi” olduğunun en yakını tarafından açıklanması tesadüf olabilir mi?

        Türk Basını’nın utanç verici uykusundan uyanmasının zamanı geldi.”

        Oray, Türkiye’nin düşündüğünü yazmaktan korkmayan yürekli yazarlarından biri.

        Eline sağlık genç kardeşim.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Beyazın içinde bütün renklerin bulunduğunu bildiğimiz zaman

        fatihaltayli@haberturk.com

        Diğer Yazılar