Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        CHP’de kaos var ya, kimileri “Parti tam bitti” diyor.

        Katılmıyorum. Hatta tam aksini düşünüyorum. Fikrim şudur: “Nerede hareket orada bereket.”

        Bunu siyasete aynen uyarlamak tam olarak doğru değil elbet ama yine de CHP’nin üzerindeki “ölü toprağını” atma konusunda kurultaydan bu yana attığı ikinci adım oluyor.

        Fakat bu adımın Genel Başkan Kılıçdaroğlu’na yarayıp yaramayacağı konusunda endişelerim var.

        Şimdi birkaç ay öncesine gitmek istiyorum. Kemal Bey’in genel başkan seçildiği günlere.

        Teke Tek programına katılmak üzere gelmişti ve program öncesi sohbet ediyorduk. “Hayırlı olsun” dedikten sonra sohbete geçtik.

        Sohbet sırasında birkaç kelam ettim. Söylediklerimin özü şu:

        “Kemal Bey, ben içimde olanı ağzımdan çıkaran bir adamım. Bundan sonraki süreçte yazacaklarımı, köşemde dile getireceklerimi size burada söyleyeyim. Yazacağım için söylememde bir mahzur yok. Şu anda partinin genel başkanı oldunuz ama henüz lideri olamadınız. Genel sekreterin getirdiği oyuncağı değil, lideri de olduğunuzu göstermeniz lazım. Bunun için hızla hareket edip Önder Sav’ı parti yönetiminden uzaklaştırmanız gerek. Çünkü CHP’de hem halktan kopukluğu hem de ihaneti bir arada temsil ediyor. Yeni CHP’yi anlatmanın en iyi yolu Sav’ı tasfiye etmenizdir.”

        Ne üzerime elzemse.

        Kılıçdaroğlu ise şöyle yanıtladı:

        “Seçime kadar böyle gideceğiz. Şu anda partide daha fazla çalkantıya gerek yok. Seçimden sonra muhakkak ki bazı değişimler olacaktır.”

        Ben bu yanıttan Kılıçdaroğlu’nun seçime kadar Sav’la gideceğini, 2011 yazında ise Sav ve ekibinden kurtulacağını hissettim ve son olarak şunu söyledim:

        “O zaman seçime kadar partinin başında kalamayabilirsiniz. Önder Sav sizin yapacağınız her türlü değişime ve yenileşmeye engel olacaktır. Çatışma anında o sizi yiyecektir. Oysa şimdi rüzgâr arkanızda. Bugün siz güçlüsünüz. Yaparsanız lider olursunuz. Yapmazsanız Altan Öymen olursunuz.”

        Daha sonra bu fikirleri köşemde de dile getirdim. Yazdım.

        Kılıçdaroğlu o gün, partinin yüzde 30’ları aştığının göründüğü gün bunu yapmadı. Yapamadı.

        Şimdi “mecbur kalınca-köşeye kıstırılınca” yapmak zorunda kaldı.

        Buna liderlik tavrı değil savunma içgüdüsü deniliyor.

        Bence ikisi arasında ciddi bir fark var. Tabii yine de Kılıçdaroğlu’nun gösterdiği tavır önemli. Zorla da olsa çok önemli bir adım attı.

        Tokatlarım, baştan söyleyeyim

        Vakit Gazetesi yazarı Hasan Karakaya'nın ana avrat sövdüğünü, özür de dilemediğini yazmıştım ya, köşesinde, "Yazdığım için mutluyum. Yine yazarım" buyurmuş.

        İyi. Ben de uyarayım. Bana atış serbest ama ailemi hedef alan tek satır yazarsa, Başbakan'ın kendisine ağır laflar eden Oktay Ekşi'ye söylediği gibi, "Ben bu zihniyetle savaşırım" demem.

        Eğer aileme yönelik tek bir kelime kaleme alırsa, gördüğüm yerde Osmanlı tokadını suratına yapıştırırım. Yumruk falan da atmam. Yumruk haysiyetli bir iştir. Herkes yumruğu hak etmez. Bazıları tokatlanmak ister.

        Haber vereyim de, ne yapacaksa bilerek yapsın.

        Tabii işin bir de başka tarafı var.

        Başbakan çok da haklı olarak Oktay Ekşi'yi suçluyor, yazdıklarından ötürü en sert biçimde eleştiriyor.

        Ama aynı üslubun beş beterini kullanan ve herkese küfreden Hasan Karakaya devlet uçaklarında ağırlanıyor. Sizce bu oluyor mu?

        Deniz Baykal döner mi?

        CHP'deki gelişmeler, gözleri Deniz Baykal'a çevirdi doğal olarak. "Olağanüstü bir kurultayda aday olur mu?" diye düşünüyor herkes. Pazartesi akşamı Habertürk'e geldiğinde Deniz Bey'le uzun bir sohbet yaptık.

        Bu sohbetten edindiğim izlenim şudur: Deniz Baykal'ın Kılıçdaroğlu'na karşı bir kızgınlığı, bir kırgınlığı yok.

        Ama Önder Sav'a karşı kızgınlık değilse de ciddi bir kırgınlığı var. Bundan böyle Sav ile birlikte

        hareket edip Kılıçdaroğlu'nun karşısına çıkacağını zannetmiyorum.

        CHP'nin gidişinden memnun olmadığını, siyaseten hatalar yapıldığını, yanlış söylemler içinde bulunulduğunu anlattı.

        Çok da doğru bir hesabı vardı: "Geçen nisan ayında CHP yüzde 28 civarına yükselmişti. MHP yüzde 17 civarındaydı. AKP ise yüzde 32-35 arasındaydı. Yani CHP artı MHP, AKP'yi çok aşıyordu. Bugün ise bakın MHP yüzde 11 civarı. CHP yüzde 25, AKP ise yüzde 47. Demek ki, geçen zaman iyi kullanılmamış. Hem CHP'ye hem MHP'ye zarar verecek işler yapılmış."

        Dünkü gelişmeler üzerine Deniz Baykal'ı aradım. "Üzgünüm. Acı çekiyorum" dedi. Epey bir konuştuk. Habertürk'e geldiği akşam söylediklerini hatırlattı.

        "Ben o zaman bir tüzük kurultayı toplanması gerektiğini söylemiştim" dedi. Bu çekişmenin uzamasının partiye kalıcı hasar vermesinden endişe ettiğini hissettim. Bir an önce gerilimin düşmesini umuyordu.

        "Tüzük kurultayına gitmek gerek. Orada kurultay hangi tüzükle yola devam edileceğine karar verir. Ben yeni tüzükten yanayım ama kurultay karar verir. Tabii bu arada parti meclisini de yenilemek gerekir. Bu iş bir an önce çözülmeli. Ben de elimden gelen desteği veririm" diyerek, benim hissettiğim kadarıyla Kılıçdaroğlu'ndan yana tavır koydu.

        CHP bu meseleyi nasıl aşacak bilmiyorum ama Kemal Kılıçdaroğlu'nun Deniz Baykal'ı yanına alması ve deneyiminden yararlanması iyi olacak gibi.

        Başlıktaki soruya dönersek.

        Bence şu an için öyle bir durum yok. O kadar yok ki, Deniz Baykal'a bunu soramadım bile.

        Ne zaman adam oluruz?

        Kendi üç günlük geleceğimizi ülkenin 50 yıllık geleceğinden daha önemli zannetmediğimiz zaman.

        Diğer Yazılar